Irak Kürdistanı Bölge Yönetimi Başbakanı Neçirvan
Barzani, 2008 yılının Temmuz ayında CNN Türk'ten Şirin Payzın'a verdiği beyanatta,
Türkiye-Irak görüşmelerinden dışlanmalarının garipliğine dikkat çekmişti.
Demişti ki:
"Bölgesel
yönetim olarak bizim anayasal bir statümüz var, bu statüyü de Irak halkının oylarıyla kabul edilen bir anayasayla kazandık. Dolayısıyla Türkiye bizimle iki komşu olarak temas kurmaktan çekinmemeli. Bu
bölgeyi ve bizim oynayacağımız rolü gözardı etmek, görmezden gelmek hiçbir sorunu çözmeyecektir. Türkiye'nin bölgesel yönetim ile doğrudan temaslar için gereken cesur kararı almasının zamanı gelmiştir."
Aşiret diye aşağılanan Kürdistan Bölge Yönetimi'nin başbakanı basiretli ve ferasetli devlet olmanın gereğine işaret ediyordu, ama 1000 yıllık devlet geleneğiyle övünen Türkiye aşiret asabiyetini bir türlü aşamıyordu.
O günlerde, Kürdistan Bölge Yönetimi'yle iyi ilişkiler kurmayı savunan Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül bile bu yönetimin adını anmaya 'cesaret' edemeyip "Irak'ın kuzeyindeki yetkililer" ifadesini kullanıyordu.
Ben bunun lüzumsuz bir ihtiyat olduğunu düşünüyor ve şöyle diyordum:
"Adıyla sanıyla '
Kürt' gerçeğini resmen kabul etmek zorunda kalan
Türkiye Cumhuriyeti, adıyla sanıyla 'Kürt Yönetimi' gerçeğini de bir gün resmen kabul etmek zorunda kalacak. Ne kadar çabuk kabul ederse o kadar zaman kazanır ve Kürt Yönetimi'yle iyi ilişkilerin sunacağı imkânlardan o kadar çok istifade eder. Sayısız devlet Kürt Yönetimi'ne iltifat ederek onunla yakın
işbirliği zeminleri oluştururken, 1000 yıllık devlet geleneğiyle övünen Türkiye'nin böyle lüzumsuz takıntılar yüzünden kendini frenleyip durması
akıl kârı değil. 'Irak'ın kuzeyindeki yetkililer'le sadece
terörle mücadele eksenli bir diyalogun kurulması da akıl kârı değil. Biz kardeşiz yahu! Dinimiz bir. Kültürümüz ve tarihimiz de bir. Üstüne üstlük menfaatlerimiz de bir.
"Cumhurbaşkanı Gül diyor ki: 'Son söylemleri iyi okursak onlar da artık terörden rahatsız ve şikâyetçidir. Çünkü
Kuzey Irak
PKK'lı teröristlerin yuvalandığı yer haline gelmiştir adeta...' İyi güzel de, Türkiye'nin
cumhurbaşkanı 'Irak'ın kuzeyindeki yetkililer'le görüşmenin gereğine işaret ederken PKK konusundaki mutabakatın ötesinde de bir şeyler söylemeli değil mi? 'Başları derde girdiğinde biz onlara sahip çıkmıştık, yöneticilerine Türkiye Cumhuriyeti pasaportu bile vermiştik' gibi şeyleri kastetmiyorum (yapılan iyiliği başa kakmamak lazım). Kastettiğim, 'Din kardeşlerimiz, akrabalarımız ve tarihî yoldaşlarımız olan Kürt kardeşlerimizin kurduğu bölgesel yönetimle karşılıklı muhabbet ve saygıya dayalı -hatta birlik şuuruna dayalı- sıkı bağlar kurmak, her alanda işbirliğini geliştirmek, orta veya uzun vadede bölgesel entegrasyon hedefini gözetmek, devletimizin stratejik öncelikleri arasındadır' gibi şeyler." (Yeni
Şafak, 14
Ekim 2008)
* * *
Sağduyu nihayet galip geldi.
Türkiye Cumhuriyeti, Erbil'e bir başkonsolos
tayin ederek, Kürdistan Bölge Yönetimi'ni resmen tanıdı.
Bundan sonra atılacak adımların çerçevesi,
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun dilinden düşürmediği "sıfır sorun, azami işbirliği, tam entegrasyon" olsa gerektir.
Erbil'in Selahaddin kasabasında kabul ettiği Başkonsolos Aydın Selcen'e söylediği şu sözler, Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı Mesut Barzani'nin entegrasyona mütemayil olduğunu gösteriyor:
"Bin yıldır beraber yaşayan Kürt ve Türk halkları arasında anormal şeylerin meydana gelmemesi lazım. Ne kadar iç içe geçersek kötü düşüncelerden o kadar uzaklaşırız."
Başkonsolos Aydın Selcen de, Barzani ile görüşmesinde, "Her alanda ilişkilerimizi geliştirmek için gerekli siyasi iradeye sahibiz" demiş.
Hele
şükür.