1995 Martında “Yeni Demokrasi Hareketi” yöneticileri
Strasbourg, Essen ve Köln’e davet edilmişlerdi. Hasan
Cemal ve ben de heyete gazeteci olarak refakat ediyorduk.
Cem
Boyner buralarda Türkiye’nin demokratikleşmesi yönünde konferanslar verdi.
O sıra Bonn’da Büyükelçi olan
Onur Öymen ise hem Köln’deki toplantıya katıldı, hem de bizler için sefarette
akşam yemeği düzenledi.
* * *
DOĞRUSU çok şaşırmıştım. Zira çeyrek asırdır şahsen tanıdığım ve
darbeci “Yön-
Devrim” geleneğiyle eski flörtünü bildiğim Öymen’in bağnaz bir “resmi ideoloji” avukatı ve inanılmaz bir “devlet fetişisti” olduğu zaten bütün dışişleri camiasının malûmudur.
Dolayısıyla, eniştemizin bizi öpmesine ve bu ilgiyi göstermesine anlam veremedim.
Nitekim zaten surat bir karış dinlediği ve konuşurken her cümlesinde renkten renge girdiği Boyner kendisinin düşündüklerinin tam tersini ifade etmiyor muydu?
Kaldı ki YDH’nın eti ne, budu ne, böylesine şatafatlı davet de nereden icap etti?
* * *
NEYSE, hep beraber koca sofraya oturduk ki, sefir bey Alaman usûlu bardağa çatalla vurup sessizlik komutunu verdi. Verdi ve de sonra sazı eline. Ve bir aldı, pir aldı.
Yarım saat, bir saat, bir buçuk saat, çorba buz kesti fakat ekselansları bırakmıyor.
Klasik “resmi ideoloji” söylemi bile diş kovuğuna kaçar, “neo-ittihatçı-ulusalcı” belâgatin ve
komplo teorilerinin en, ama gerçekten en ilkel formül ve şiarlarını tekrarlıyor.
Durmadan da, “siz gizli belgeleri ve yedi düvelin dolaplarını bilemesiniz. Oyuna gelmeyin ve yolunuzdan dönün” gibisinden laflarla azarlıyor. Haniyse falakaya yatıracak.
Nihayet Asaf
Savaş Akat bu pederşahi küstahlığa dayanamadı ve gür sesle, “buraya, vergilerimle maaşını ödediğim memurdan fırça yemeye gelmedim. Gidiyorum” deyiverdi.
Asaf’ın bu çıkışı üzerinedir ki ortalık da buz kesti ve Onur Öymen yemeğe izin verdi.
* * *
O Onur Öymen ki işte şimdi
Dersim kıyamını sahipleniyor, elçiliği sırasında zaten berbat ettiği Türk-
Alman ilişkilerinde YDH konferansına da sırf, aynı Alman makamlara “bakın, ben aykırı seslere bile hoşgörülüyüm” diyebilmek oportünistliğiyle gelmişti.
Sonrası malûm,
Dışişleri Müsteşarı oldu ve Kardak’ın mülkiyetimizde bulunmadığına dair Roma elçiliği telgrafını sümen altı etti. Ülkemizi Yunanistan’la savaşın eşiğine getirdi.
Tayin entrikalarına girmeyeceğim,
Ankara politikasını maceralara sürüklemeye çalıştı.
Artı,
Yalçın Doğan şahidimdir, bunları yazdığım içindir ki hem beni, hem de onu, “âli menfaatlerle oynuyorlar, önleyin” diye patrona ispiyonladı. Sansürlenmemizi istedi.
Ve de sonra, Deniz Baykal’la “ikinci adam” pazarlığına oturarak, bu birincinin gönül rızasıyla
CHP’yi en dayatmacı ve en şoven “neo-ittihatçı-ulusalcı” çizgilere çekiverdi.
Aynı partinin 2007’de hezimete uğramasını ise “halkın mantıksızlığı”yla (!) açıkladı.
* * *
İMDİİ, Dersim vukuatından sonra bazı CHP’liler gayet saf biçimde sanıyorlar ki, eskiden böyle olmayan Öymen aniden değişivermiştir. Haşa! O hep aynı kaldı. Kımıldamadı.
Değişen, daha doğrusu aslına rücû eden şey, bir ara sosyal demokrat retorik kullanan fakat mayasında daima aynı Öymen’in temsil ettiği ideolojiyi barından CHP’nin tâ kendisidir.
Nitekim, Baykal’ın “Ermenileri etnik Türkler mi kesti” iması, meslek kariyerine rağmen eski diplomatın acemi fakat dobra biçimde dile getirdiği aynı inkarcılığın, aynı dayatmacılığın ve aynı özümseyiciliğin çağrışımlı tekrarından başka bir şey değildir.
Dolayısıyla, “neo-ittihatçı-ulusalcı” hezeyanın sözcüsü Onur Öymen altı oklu partide varolan ve otuzlu yılların otoritarizm nostaljisiyle yaşayan damarın en kaba biçimdeki nabız atışıdır ki, CHP’nin sorunu o Öymen değil, damarı kateden sıvının kan grubudur.