"
New York Times" önceki gün
Fethullah Gülen camiasına yakınlığıyla tanınan ve yurtdışında eğitim veren Türk okullarını
manşet yaptı. Büyük övgüyle söz etti.
Ve biliyorum ki, "ulusalcı"
koro şimdi hep bir ağızdan ve hep bir perdeden, "işte gördünüz mü, ABD ’ılımlı
İslam’ projesi tezgahlıyor" diye tempo tutacaktır.
İddia doğru mu, değil mi bu konuya yarın geleceğim ama, önce bir parantez açıyorum.
* * *
BIRAKIN mezuniyeti, karga tulumba arka kapısıdan atılmış olsa dahi, bu satırlar yazarı düşe kalka ve altı yıl boyunca
Moda’daki Sen Jozef
Lisesi’nin rahle-i tedrisinden geçti.
Bu lise her yerde olduğu gibi
Türkiye’de de, Jean-Baptiste de La Salle adlı
Fransız’ın oluşturduğu ve "Hıristiyan Biraderler" diye anılan tarikát tarafından kurulmuştur.
Öğretmenleri ve kadroları ruhban
papaz değildir. Hepsi
dindar, eğitim gönüllüleridir.
Hayatını öğrenime adayan ve her yerdeki her göreve giden Katoliklerden oluşur.
Ama tedrisat tamamen l-a-i-k’tir! İsa’nın adını bile telaffuz eden tek hocam olmadı.
Üstelik, geri plandaki "dinilik"e rağmen okulda "Cumhuriyetçi" ruh hüküm sürer.
Hem Descartes mantığı öğreten Fransız cumhuriyetçi ruhunu; hem de 27
Mayıs törenlerine gitmeyenleri "ihtar"la cezalandıran Türk cumhuriyetçi ruhunu kastediyorum.
* * *
ZATEN aslına bakarsanız da, en "talihlileri" (!), ezici çoğunluğa tekábül eden biz
Müslüman kökenli öğrenciler ve
Musevi arkadaşlarımız oluştururdu.
Çünkü, "moral", yani "ahlák" diye tanımlanan ve Türk Müdür Yardımcısı tarafından verilen din derslerine girip girmemekte serbesttik. Ebeveynlerin "istemez" imzası yeterliydi.
Oysa buna karşılık, Ortodoks Rum, Gregoryen
Ermeni, Katolik Levanten, Marûni Arap her neyse, ayrı mezheplerden olsalar bile Hıristiyan öğrenciler bizim kadar şanslı değildi.
Zira, yine zorunluluk yoktu ama, perşembe sabahları okul şapelinde düzenlenen áyine katılmaları; háttá, sabah kampanasıyla duyurulan duaya gitmeleri daha bir "gerekli"ydi!
Bizim gibi kıvırtamadıkları için de, bu eşitsizliğe kızan Stefo’nun, Manuk’un, Habib’in, Röne’nin yarı
şaka - yarı ciddi, "niye İslam doğmadık" diye söylendikleri olurdu.
Diyelim ki, onların konumu, her hangi bir İsevi ülkedeki Gülen kurumlarında, okul mescidinde namaz edá eden İslam öğrencilerinkiyle benzeşirdi.
Yazılı
kural olarak bir mecburiyet yok ama, yine de kılınması "tercihe şayandır"!
* * *
SONRA, o altı yıl ertesinde ben Katolikliğe çark etmedim. Edenini de hiç duymadım.
Hadi, din dersine girip girmemekte zaten serbest olduğumuz için bizleri geçtik diyelim.
Ancak, sabah dualarına ve perşembe áyinlerine gitmeleri "arzu edilen" Hıristiyan arkadaşlarım arasında da papaz,
rahip, keşiş olan tek bir kişiyi bile yine işitmedim.
Hálá görüşürüz, çoğu cenaze ve vaftizde kiliseye giriyor. Hele sofusuna hiç rastlamadım.
Aksine, başta
Fransa Bask’ından gelip Şişlili bir Türk kızına abayı yakan "Antuvan Birader", bekárlığa, dolayısıyla yeminine "adyö" diyen diğer pek çok "Aziz Birader" oldu
* * *
O halde, demek ki hedeflediği misyon, verdiği eğitim ve kullandığı kadrosu itibariyle
Fethullah Gülen Hocaefendi camiası okullarıyla sonsuz büyük benzerlikleri olan "La Salle Papazefendi camiası"nın (!) Sen Jozef Lisesi, beni ve bizleri ne dinci, ne de Fransız yaptı.
Laikliğimize ve Türklüğümüze hálel getirmedi. Hıristiyan öğrencileri bile sofu kılmadı.
Ancaaak, aynı zamanda hem bana, hem de o Fransızlığa çok şeyler kazandırdı.
Tıpkı,
yabancı ülkelerdeki Hocaefendi okullarının ora çocuklarına ve bizim açımızdan da Türk-lük’e ve Cum-hu-ri-yet’e çok değerli şeyler kazandırdığı gibi ki, yarına bırakıyorum.