MALÛM, Türkçe’de “kafese koymak” diye bir ifade vardır.
Kişiyi tuzağa düşürmek anlamına gelir. Edilgen şekli de “kafese girmektir”.
Yani, hileyle, dümenle, daleveraya kandırılmış olan şahıs “kafese girmiş” sayılır.
Ve her kafes esaretle özdeşleşir! Çünkü her kafes özgürlüğün zıddıdır!
Hayvanat bahçesindeki kaplan, kuş şakımasında
kanarya veya akvaryumdaki
balık pusuya düşürüldüğü için kafese girmiştir ve o andan itibaren de hürriyetinden kopartılmıştır.
* * *
UZATMAYAYIM, girizgâhı niçin “kafes” sözcüğüyle yaptığımı herhalde anladınız.
Çünkü, “
Taraf” Gazetesi, geçen hafta hayati bir
belge daha yayınladı.
Buna göre de, eğer iddia doğruysa, şimdiye dek TSK bünyesinde
halk iradesine karşı tezgâhlanmış tüm komploların en korkuncu olduğu anlaşılan bir
kumpas daha düzenlenmiş.
Ve onu hazırlayan “Bahriye Cuntası” bu operasyonu “
Kafes” kod adıyla vaftiz etmiş. Tabii yine eğer iddia doğruysa, içinde neler yok ki!
Poyrazköy’de gizlenmiş silahları kullanarak gayr-ı Müslimleri katledip cinayetleri “dinciler”in (!) üzerine atmak girişiminden tutun da, Koç
Sanayi Müzesindeki denizaltıda
bomba patlatıp ülkede gerilim tırmandırmak stratejisine; “Taraf”ta isim veya rumuzları
teker teker sıralanan subaylar gerçekten inanılmaz ölçekte melun bir “kafes ağı” örmüşler.
Belli, bu zabitler “kafese koymak” tabirinin ötesinde, semtinde yetiştikleri
Kasımpaşa argosunun “mandepsiye getirmek” ve “tufaya bastırmak” deyimlerini de biliyorlar.
* * *
OYSA
Genelkurmay Sözcüsü cuma günkü basın brifinginde isim vermeden, “Taraf” gazetesinin haberi hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu açıkladı.
Ancak dikkat, sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer misali, önce “kağıt parçası” denilen fakat sonra “ıslak” olduğu anlaşılan imzadaki türden kesin bir yalanlama getirmedi.
Zaten soruların çoğunu yanıtlamayan sözcü
general “kafes” belgesinin varlığına hiç değinmedi ve suç duyurusunu,
mahkeme belgesinin basına sızmış olmasıyla irtibatlandırdı.
Başka bir deyişle, öze değil usule ilişkin itirazla yetindi veya yetinmek zorunda kaldı.
* * *
ÖTE yandan, velev ki henüz bir iddia olarak kalsın ve velev ki eleştirdikten çok kısa bir müddet sonra kendisi de atıfta bulunmak ihtiyacını hissetsin, aynı “Kafes” planının ortaya çıkartılması, “kurumlar yıpratılmak isteniyor” gibi çok statükocu bir ifadenin arkasına sığınan
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan tarafından da pek hoş karşılanmadı.
Ve buradan hareket edersek, benim naçizane yorumum şudur:
Öyle anlaşılıyor ki AKP lideriyle, TSK’yı cuntalardan temizlemeye samimiyetle söz vermiş; her halükarda da
darbe girişimlerine kapıyı kapatmış
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ arasında, “modus vivendi” denilen tarzdan zımni bir mutabakat mevcuttur.
Dolayısıyla da, pragmatizmi öne çıkartan ve başta
Kürt açılımı,
demokratikleşme atılımındaki engelleri asgariye indirmek isteyen Erdoğan, Başbuğ’un manevra sahasını sınırlayacak veya onun prestijini daha da düşürecek yeni gelişmeler arzulamamaktadır.
Olabilir ve güç dengelerini tartmak açısından da anlaşılabilir bir yaklaşımdır.
* * *
OLABİLİR ama ortada bir de her türlü siyasi pragmatizmi aşan “Kafes” iddiası var:
Hem esaretçi zihniyetin, hem de “suç” olgusunun en katmerlisini oluşturuyor.
O halde nihai sorun etiktir! Ahlakidir! Hukukidir! Mesele, dehşet yöntemlerle bizi “kafese koymaya” yeltenmiş olanlara göz yumulup yumulmayacağı noktasına odaklanıyor.
Ve yummak, tekrar o “kafese girmek” alıklığını kabullenmek anlamına gelecektir!