Hukuki metinleri inşa ederken
siyasetçilerden ferasetli olması beklenir. Bir noktaya kadar hukuki istikbali sezebilmeleri istenir.
Ama siyasetçilerdeki hukuki vizyon eksikliğini de yargı bürokrasisinin tamamlaması gerekir.
Çünkü kılıcı kuşanan ve işi yapan yargı bürokrasisidir.
Profesyonel yargı bürokratlarının toplumu oldubittilerle karşı karşıya bırakma lüksü yoktur.
CMK 102. maddenin 31.12.2010'da yürürlüğe girmesiyle vicdanları sızlatan
tahliyelere sebebiyet verme konusunda sorumlu aranıyorsa birinci sırada Yüksek
Yargı vardır.
Hasta şikâyetini söylemezse doktor zor durumda kalmaz mı?
Hasta olan ve taze kana ihtiyacı olan kim? Yargı bürokrasisi.
Şikâyetini, sıkıntılarını istikrarla söylemeli ve çözüm yollarını da siyaset mecrasına telkin etmesi gerekirdi.
Peki, bu zamana kadar
Yargıtay'ın istikrarla yaptığı şey neydi?
Fırsat bulduğu her ortamda siyasi nutuk atmak ve hükümeti
yüksek yargı kuşatması altına almak, hala devam ettiği üzere siyasilerle
çene yarıştırmak.
Anayasa Mahkemesi'nin başörtüsüyle ilgili anayasa değişikliğini görüştüğü bir serencamda Yargıtay Başkanlığı koltuğuna yeni oturan Hasan
Gerçeker ne demişti?
"
Türkiye ortaçağ karanlığına dönmeyecektir."
Anayasal yargıya telkin niteliğindeki böyle bir siyasi duruşla göreve başlayan bir Yargıtay Başkanı'nın ilk mesajı bu mu olmalıydı?
Yargıtay'ın yoğun
iş yükü altında ezilmesi, kadro ve daire yetersizliği yalnız bugünün ve bu iktidarın sorunu değil ki?
Yargıtay Başkanı'nın dünkü gibi dikkate şayan bir
basın açıklaması neden 5-10 sene önce yapılmadı?
Önemli gün ve platformlarda statüko müdafiliği yapacağınıza bu tehlikeye neden işaret etmediniz?
Yargıyı siyasallaştıran açıklamalarınızla esas sorunu gölgelemediniz mi?
HSYK'nın üye sayısı artırılmasın, anayasa değişikliği geçmesin diye gösterdikleri eforun yarısını, yargısal işleyişin tıkanması konusuna sarf etselerdi en azından samimiyetlerinden kuşku duyulmazdı.
İlhan Cihaner'in yargılamasında, Mehmet
Haberal'ın hâkimler aleyhine açtığı tazminat
davasında jet hızıyla hareket edebilen, fotokopi üzerinden bile '
adalet inşa eden' Yargıtay'ın topu siyasilere atma lüksü yok.
Hizbullahçılar'a tahliye kararını veren Yargıtay 9.
Ceza Dairesi, "dikkat edin kaçmasınlar" diyeceğine, asgari bir itina gösterip kamuoyunu, Adalet Bakanlığını ve yerel mahkemeleri CMK.102 konusunda önceden uyarması gerekmez miydi?
Yargının son görünümüne bakıldığında;
-Tutuklu işler diğer tüm dava dosyalarından önceliklidir. Yargıtay'ın bu prensibe kâfi derecede riayet etmediği görülüyor.
-Bölge
adliye ve İstinaf Mahkemeleri'nin hayata geçirilmesi bir zaruret.
Ama kısa vadede çözüm sunmaz. Zira süratli adaletin gerçekleşebilmesi için ciddi bir hâkim-savcı açığı var.
Hâkim-savcı sayısının süratli artırılması gerekiyor. Hâkim-savcı sayısı en az 20.000 olmalı. Hali hazırda 11.000 civarında hâkim-savcı mevcut.
-Yargıtay Başkanı'nın söyleminin aksine Yargıtay'a ek dairelerin kurulması isabetli olacaktır. Bunun yanında ilk derece ceza ve hukuk mahkemelerinin sayısı artırılmalı.
-Yargıtay 9.Ceza Dairesinin CMK 102. maddedeki azami
tutukluluk süresi hesabı doğrudur.
Maddenin açık anlatımından 10 sene sonucu çıkar. Bu süre kuşkusuz çok uzun.
Ama
bölge adliye ve
istinaf mahkemeleri kurulmadan, hâkim-savcı sayısı artırılmadan, Yargıtay'a ek daireler kurulmadan azami tutukluluk süresini
CHP'nin dediği gibi 4 yıl yaparsanız, tutuklu ne kadar
terör davası sanığı varsa büyük çoğunluğunu serbest bırakmak zorunda kalırsınız.
Yargı teşkilatına hız kazandırmadan ve yeni alt yapıyı kurmadan tutukluluk süresini indirirseniz, vicdanlar şimdiki gibi kanamakla kalmaz, paramparça olur.
Böylece CHP de yolunu gözlediği Mustafa
Balbay,
Mehmet Haberal ve
Tuncay Özkan'a kavuşur.
Kamu vicdanının kabul etmekte zorlandığı bu tahliyeleri, kimse tutuklu
Ergenekon sanıkları için bir fırsat sahası olarak görmemeli ve manipüle etmemeli.
İdari cihazların kan kaybetmesi, devlet ve millet hayatında tökezlemeye sebebiyet verse de, adalet duygusunun kaybolması onulmaz ve ölümcül yaralar açar.