Adli mekanizma ilk kez
muvazzaf bir orgeneral seviyesinde varlık gösterebildi.
"Gösterebildi" diyorum zira
Org. Saldıray Berk'in ifadesini bile alamamışlardı.
Saldıray Berk mahkemenin çağrısına uymadı ama yerine F-5 jetlerini gönderdi.
Tüm
Türkiye Saldıray Berk'in ifade vermesi yerine adliyenin üstünden uçan F-5 uçaklarını seyretti.
Bunları Org. Bilgin Balanlı'yı "iyi ki tutukladılar" kabilinden söylemiyorum.
Sade vatandaşa uygulanan kanunların "imtiyazlılara" uygulanabilme iktidarının yükselmesi açısından söylüyorum.
Harp Akademileri Komutanı Org. Balanlı'nın tutuklanması, bu zamana kadarki
Balyoz tutuklularının hasbelkader ve üstünkörü tutuklanmadıklarının önemli bir göstergesi.
Ayrıca mahkemelerin Balyoz'daki
delil seviyesini aynı inisiyatif ve istikrarla değerlendirdiğini görüyoruz.
Genelkurmay'ın resmi web sitesinde "tutukluluk hallerinin devam etmesini anlayamıyoruz" çıkışı...
Bu çıkışa rağmen mahkemenin daha da ileri giderek aylar sonra muvazzaf bir orgenerali tutuklaması...
Adli mekanizmanın bu tutarlılığı neyi gösteriyor?
Genelkurmay'ın ve Genelkurmay eksenli hukukçuların tutukluluk tedbirini gerçekten anlamadıklarını... (Çarpıttıklarını.)
Peki, Org. Balanlı'nın tutuklanması normal mi?
Bir orgeneralin özel bir mülk olan
Bilvanis çiftliğindeki hayat akışını gözetleme, hatta bunun için RF-4 jetlerini kullanma gibi bir görevi yok.
O halde mevcut olmayan bu görevi bu generale kim verdi?
Böyle bir görev kanunlar veya
sivil otorite tarafından
generallere verilmiyorsa, burada gizli olarak üretilen hukuk dışı bir harekât planı kolayca sezilir.
Ve hukukun normal akışı gereği soruşturulur ve yargılanır.
Muvazzaf bir orgeneral kaçacak diye değil, delilleri karartabilir diye tutuklanır.
Soruşturulan veya yargılanan kişinin rütbe ve mevkii yükseldikçe etki ve nüfuz gücü artacağından tutuklanma tehlikesi buna paralel olarak artar.
Hele
cumhurbaşkanı dahil sivil denetime tamamen kapalı olan askeri alanlar söz konusu olunca.
Hatırlarsanız, Tümg. Ahmet
Yavuz'un, 27 Ocak 2011'de '
Harp Akademileri Komutanı Org. Bilgin Balanlı'nın emriyle akademi personeline gönderdiği bir emir söz konusuydu.
Emirde, "gerçek duruma göre icra edilen plan seminerlerine ait gizli dosyaların bilgisayarlarda depolanmaması" talimatı vardı.
Tümg. Yavuz arşivlerde bulunan belgelerin
elektronik hallerinin de bilgisayardan silinmesini, silinmiş dosyaların 'ortak paylaşım alanı'nda bulunan kopyalarının da
imha edilmesini istiyordu.
Yine 2010 Ekim'inde; altında Balyoz sanıkları MHP'den de
milletvekili adayı olan E. Korg.
Engin Alan ve E. Tuğg.
Mustafa Kemal Tutkun'un imzası olan belgelerin, yine Balyoz sanığı Tuğg.
Kasım Erden tarafından karartıldığı belirtilmişti.
Gölcük Donanma Komutanlığı'nda istihbarat kısmında döşemenin altındaki gizli bölmeden çuvallarla çıkan belgeleri hatırlayın.
Ne olmuş?
Bırakın delillerin gizlenme riskini, hepsi zaten gizlenmiş bile.
Peki, bunlar neyi gösteriyor?
İmtiyazlıların yargılandığı böyle bir davada delillerin karartılması tehlikesinin üst seviyede olduğunu gösteriyor.
Özellikle
darbe soruşturmalarında delillerin kaybolma ve gizlenme tehlikesi her zaman vardır.
Bunun aksini savunmak kusura bakmayın Pollyannacılık ve biraz fazla gayretkeşliktir.
Ceza yargılamasını da hukuku da eğip bükmektir.
Masumiyet karinesi de tutuklamaya hiçbir surette engel değildir.
Ergenekon ve Balyoz davalarındaki makul tutuklama kararlarına şirinlik mülahazalarıyla tenkit yöneltenler, aynı şirinliği KCK-
PKK davalarında da göstermeleri gerektiğini bilmeliler.
Zira her iki suç yelpazesi de şiddete ve zorbalığa dayanıyor.
Haberal,
Balbay,
Tuncay Özkan ve generaller tutuklanana kadar
hafıza kaybı yaşayanlar, şimdilerde masumiyet karinesini dillerinden düşürmüyor.
Yıllardır devam eden PKK,
Hizbullah, Dev-Sol, DHKP/C davaları sürecinde de masumiyet karinesi vardı.
O zamanlar neredeydiniz?