Yıl 2004.
Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaparken, saygı duyduğum 50 yaşlarında siyasal menşeli bir istihbaratçı ağabeyimle bir mevkide hasbıhal ediyordum.
Konuşurken ona "Bir kitap yazma hazırlığı içindeyim" dedim. (Bu kitaptan sevenlerimin yoğun ısrarları üzerine vazgeçtim.)
İnfialle bana dedi ki:
-"Sakın ağabeycim, böyle bir şey yapma!"
Israrla sebebini sorduğumda fevkalade müteessir bir şekilde şöyle dedi:
-"Yapma! Bak sen savcısın. Farklısın. Seni bir gece görev yaptığın yerden bir
ekip alır. İl merkezinde ..... mevkiinde bir yapı var. Oraya götürürler."
(Orayı hatırladım.)
-İşte orası Batı Çalışma Grubu'nun
sorgu merkezidir. Seni sorgularlar. Sonra da diğer kimyasalları bir tarafa bırak en basitinden ..... dedi ve sustu.
Yüzünde "bunu söylemeli miyim" kararsızlığını izhar eden derin çizgiler belirmişti.
Et haşlama suyu
Heyecanla "Evet ağabey" diyerek devam etmesini istedim.
-"Et haşlama suyunu bilir misin" dedi.
Şaşırmıştım.
"Evet" dedim.
Devam etti.
-"Sorguladıktan sonra beline et haşlama suyu şırınga ederler. 50 tane savcı ve adli tabip gelse
ölüm sebebini bulamaz!"
Şoke olmuştum.
"Böyle mi ve hâlâ mı" diye sordum.
Başını öne eğdi.
4-5 yıl önce yayınlanan
Genelkurmay Cumhuriyeti isimli kitabımda mevcut bir hatıraydı bu.
Yüzlerce ölüm şekli ve
ceset inceleyen birisi olarak "
otopside bulgu vermeyen" böyle farmakolojik bir
tasfiye operasyonunu hiç duymamıştım.
Et haşlama suyu bele veya omuriliğe enjekte edildiğinde böyle bir etki doğurur mu bilmiyorum doğrusu.
Ama kesin olan şu ki, öldürme teknolojileri bilimin ve istihbaratın gelişmesine paralel ilerliyor.
Adli mekanizma istihbarattan geridedir
Şunu unutmayın.
Teknolojik bir gelişme halkla paylaşılıyorsa, istihbarat teknolojisi onun en az 10 yıl ilerisindedir.
Bilimsel alanlardaki tüm teknolojiler öncelikle askeri ve istihbari tezgâhtan geçerler.
Derin yapıların tümü de istihbarat teknolojisiyle kucak kucağadır.
Merhum Prof.
Haluk Nurbaki,
faks cihazının icadıyla halkın kullanımına sunulması arasında insan ömrü kadar bir zaman dilimi vardır diyordu.
Komplo teorisi falan değil.
1974 yılında
bilim adamı Kaznacheyev, ölümün uzak bir mesafeden ultraviyole ışınlarının nakledilmesiyle gerçekleştirilebildiğini ispatladı.
Yine aynı yıl Çek mühendis Robert Pavlita, böcekleri uzak bir mesafeden (1000 km) psikotronik cihazlarla öldürebildiğini gösterdi.
CIA, Pavlita'nın çalışmalarıyla ilgili
rapor da hazırladı.
Dikkatinizi çekerim yıl 1974.
Bunları anlatırken
Kozinoğlu bu şekilde bir operasyona maruz kaldı demiyorum.
Ama otopside bulgu vermeyen kimyasal maddelerin varlığı bir hakikatse,
Özal ve Kozinoğlu'nun ölümü kaçınılmaz olarak farmakolojik tasfiye operasyonunu düşündürür.
Gerek
elektromanyetik dalga harekâtı, gerekse ileri seviyede farmakolojik operasyonlarla yapılan tasfiyeleri çözebilecek bir adli teknolojimiz yok.
Kozinoğlu, özel harp geçmişiyle, MİT'teki ve devletteki
Ergenekon/
mafya networkunu çok yakından tanımasıyla Oda soruşturmasının en
kilit adamıydı.
Yalçın Küçük ve Soner Yalçın'dan çok daha önemli bir adam.
Taşıdığı derin sırlarla Balyozcular'dan da kritik bir adam.
Bunlara bir de duruşmaya 10 gün kala ölmesini eklediğinizde şüphelerin yoğunlaşması kaçınılmaz oluyor.
Kozinoğlu'nun konuşması, en az 1, belki 2 Ergenekon iddianamesi daha demekti.
En önemlisi Ergenekon'un hâlâ diri olan askeri istihbarat ayağının çökmesi demekti.
Ama ileri yaşlarda
psikolojik çöküntüyle ağır ve uzun süreli
spor faaliyeti birleştiğinde enfarktüsün gelişebileceği adli tıbbın gerçeklerinden biri.
Hatırlarsanız Ergenekon tutuklusu Levent Ersöz'ün kanında, 'et yiyen virüs'ün tespit edilmesini önleyen ve
kalp krizine neden olan ilaç kalıntıları bulunduğu belirtilmişti.
Bu en azından bulgu veren bir kimyasal.
Sonuçta klasik otopsi sonucu yapılan
organ analizlerinde bir şey çıkmazsa, Kozinoğlu'nun ölümü de "acaba" sorularıyla tarihteki yerini alacaktır.