Yargıdaki yara kanadı ve devletin üstüne damladı.
Kuvvetle muhtemel mahkûm edilecek olan
Hizbullah,
PKK ve DHKP/C
sanıklarının tahliyesi tüm gözleri geç de olsa yargıya çevirdi.
İyi de oldu doğrusu.
Siyasi yelpazemizde demokratlar ve cumhuriyetçiler ayrımı belirgin hatlara sahip.
Yalnız
demokrasi kaygısı taşıyan gözler değil cumhuriyetçi gözler de yargıya-
Yargıtay'a döndü.
Özellikle yüksek yargının tıkandığını ve nakavt olduğunu tekrar gördüler.
Yargıtay'ın
felç olduğunu, hâkim ve savcı sayısının hızla artırılması gerektiğini, geciken
adaletin yaktığı canları...
Bundan 3 sene önce yani 2007 yılında hayata geçirilmesi planlanan İstinaf ve Bölge Adliye Mahkemeleri'ne karşı çıkmışlardı.
Kim bu karşı çıkanlar?
Yargıtay ve
CHP.
Neden karşı çıkıyorlarmış?
"Yargıtay'ın etkinliği azalırmış!"
Bu nasıl 'etkinlik'tir acaba?
Eğer etkin olsaydı, bugünkü 102 tahliyeleri olur muydu?
Sistem adam gibi işler giderdi öyle değil mi? "İş yükümüz çok fazla" feryatları da işitilmezdi.
Bahsettikleri 'etkinlik', ilk derece mahkemeleri hâkim ve savcıları üzerindeki 'statü etkinliği', 'nüfuz etkinliği' ve 'ideolojik etkinlik'tir.
Şemdinli olayında, sanık astsubayları 39 yıl 5 ay ağır hapse mahkûm eden Ağır
Ceza Mahkemesi'ne kırmızı
kart gösterip,
terörle mücadeleyi 'askeri görev' sayarak askeri mahkemeyi görevlendiren bir etkinlik.
Yargıtay 11.Ceza Dairesi'ndeki
İlhan Cihaner davasında, Cihaner'in görev suçuyla terör suçunu birleştirerek hukukçuların dudağını uçuklatan bir etkinlik.
Haksız tutuklamalardan dolayı açılacak tazminat davalarının CMK.141 ve 142. maddelere göre hâkimlere değil devlete karşı ve
Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılması gerektiğini es geçip, davayı tez elden karara bağlayan bir etkinlik.
YARSAV eski Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun sözleri esasen Yargıtay ve CHP'deki yaklaşımı özetlemektedir:
"İstinaf mahkemeleri siyasi beklentilere uygun karar alması için kurulmaktadır. Bu yolla Yargıtay'ın devre dışı bırakılması ve eyalet
sistemine geçilmesi amaçlanmaktadır. İş yükü gerekçesi bu işin maskesi olarak kullanılmaktadır."
İşte kamuoyu vicdanını yaralayan 102 tahliyelerine sebebiyet veren, çözümü geciktiren ideolojik anlayış budur.
Hâkim-savcı açığının kapatılmasını engellediler. 1934 yılından beri hâkimlik sınavını
Adalet Bakanlığı yapmaktayken 2006 yılında yapılan sınavın iptali için YARSAV dava açtı.
Hâkim ve savcı ancak CHP mantalitesinden gelmeliydi.
Seyfi Oktay ve Mehmet Moğultay'ın yaptıklarını, 28 Şubat'ı alkışlayanlar, hâkim-savcı açığının kapatılmaması için seferber olup her seferinde vaveylayı bastılar.
Danıştay 'yürütmeyi durdurma' kararlarıyla hâkim-savcı alımı sürecini baltaladı.
Yargıtay başkanı şimdi ne diyor?
"İstinaf ve Bölge Adliye Mahkemeleri hemen kurulmalı."
Şimdi neden böyle söylüyor?
Artık
itiraz edebilecek inandırıcılıkları kalmadı. Takke düştü çünkü. Yargıtay'ın iflas ettiği gözler önüne serildi.
Ama bu sefer de Yargıtay'ın daire sayısının artırılmasına karşı çıkıyorlar.
Fevkalade isabetli ve gerekli olan bu düşünceye
muhalif olmalarının sebebi de şudur:
Yeni dairelerin kurulmasıyla Yargıtay üye sayısı tabii olarak artacak. Kurulacak dairelere atanacak yeni üyelerin, devleti değil de milleti önceleyen bir hukuki potansiyele sahip olması ihtimali kritik önem arz ediyor.
22 üyeli yeni
HSYK tarafından atanacak yeni üyelere güvenmiyorlar. Yargıtay'daki matematiğin aleyhlerine bozulacağından korkuyorlar.
Yargıtay'a üniversal hukuk standartlarında bir başkan ve başsavcı seçilme ihtimalinden kaygılanıyorlar.
Yeni daireler kurulmazsa, İstinaf ve Bölge Adliye Mahkemeleri'nin ipi yine bizde olur diye düşünüyorlar.
Ama TSK da Yargı da Emniyet de milletin aynasıdır.
Demokratik dönüşüm kaçınılmazdır, Yargıtay'a ve CHP'ye rağmen.
Bunlar yargının fiziksel sorunları.
Bir de kimyasal sorunları var ki, onlar ancak yeni anayasa inşasıyla çözülebilir.