Hep gazeteci olmak istemiştim. Ama kaderin rüzgârları ummadığım yönlerden esti.
16 yıl
Cumhuriyet Savcılığı yaptım.
İstemeden de pek çok
soruşturma açmak zorunda kaldım.
Çünkü benim fikrim değil, TCK, CMK ve
Basın Kanunu gibi mevzuatın emrettiğiydi önemli olan.
Soruşturacağınız kişi askermiş, siyasiymiş, gazeteciymiş, itibarlı bir elitmiş, iyi çocuk olup asla suç işlemezmiş... Bunlar önemli değil demişlerdi bize.
Doğrusu bence de söz konusu
adaletse gerisi teferruattı.
Kanun ve nizam,
generaller ve siyasiler için de geçerliydi, suça bulaşan gazeteciler için de.
Elimizdeki
yol haritası TCK, CMK ve diğer
kanunlar...
Bükülmeden, özgürce 'adam gibi'
savcılık yapma arzusunun bedelini ağır ödedim doğrusu. Sürgünler, tehditler,
silahlı saldırılar...
Ocağımı dağıttılar.
Sistemin seçkinleri ve silahlı
bürokrasi size tavır aldı mı işiniz bitiyordu.
Adalet Akademisi'ni üçüncülükle bitirmişsin, başarılı savcıymışsın...
Hepsi hikâyeydi.
Sahip çıkan da olmadı.
En yakın
mesai arkadaşlarım ve kadim dostlarım bile
selam vermekten korkardı. Yakın zamanda öldürüleceğimi düşünürlerdi.
Evime iki silah elimde girdiğim zamanlar çok oldu. İpek saçlarını her dem kokladığım canım kızımın ismi
teröristlerin ağzında geziyordu.
Ama vade dolmadan kurşunların kâr etmediğine inanmıştım bir kere.
Evet...
Savcılık yıllarımda da hep gazeteci olmayı düşlemiştim. Özgürce yazmak, fikirlerimi pazara çıkartmak...
Önemliydi benim için.
Savcılık özgürce görev yapabilmenin hazzını verdi bana.
Bedel ödemeyi peşinen kabul eden herkes özgürdür.
Yargı için
özgürlük şart olduğu gibi, basın faaliyeti için de özgürlük elzem. Basın faaliyetinin üzerinde haksız bir gölgeyi asla kabul edemeyiz.
Ama adalet duygusu tüm özgürlüklerin üzerindedir.
Suç içeren faaliyetler varsa,
basın özgürlüğü bunları korumaz.
Oda TV operasyonunda fevkalade önemli bir
delil olan
Ulusal Medya 2010 adlı doküman ve pek çok
belge çıkmıştı.
Ulusal Medya 2001 dokümanı ise
Ergenekon birinci iddianamesinde ve eklerinde yer almıştı.
Dokümanda; Ergenekon,
Balyoz ve
Poyrazköy gibi davaların sulandırılması ve kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırılması için neler yapılması gerektiği belirtiliyor.
Bir gazeteci Ergenekon soruşturmalarına, buradaki delillere karşı olduğunu, inanmadığını yazabilir.
Ama bu yayıncılığı illegal bir odağın telkinleri, talimatları ve arzuları istikametinde yaparsa bu sefer illegal
örgüte
yardım, yataklık veya
terör örgütü üyesi olma durumu gündeme gelir.
Zira iş gazetecilikten çıkıp terör sahası içine girmiştir.
Şu halde savcılar işin hakikatini araştırmaya mecburlar. Ben demiyorum. CMK.160 diyor.
Peki, savcı işin hakikatini nasıl araştıracak?
Ayşenur Arslan'a, Derya Sazak'a, Kılıçdaroğlu'na, baro başkanlarına, gazetecilere veya bana sorarak mı?
Yoksa CMK'nın maddi gerçeği ortaya çıkarmak için savcıya gösterdiği
tedbir ve yolları kullanarak mı?
Ayrıca CMK tedbirleri
Nedim Şener,
Soner Yalçın için çıkmadı ki...
Yıllardır bu mevzuat rutin şekilde uygulanmaktadır. Neden o zamanlarda değil de şimdi şikâyet ediyorsunuz?
Nokta dergisi postalların gölgesinde kapatılırken neredeydi o basın bülbülleri?
Basın özgürlüğü üzerinden illegal örgüt soruşturmalarına saldırmak şık değil.
Ergenekon gerçeğine inandığını söyleyen bir kısım gazetecilerin de "bu sefer abarttılar" imajı bırakması çok yaralayıcıdır.
Savcı ve hâkim, siyasal iktidarın tepkisini, toplumdaki sonuçlarını düşünmediği için güven telkin eder.
Savcı, gazetecilerin ne düşüneceklerini dikkate almaz.
Gazeteci tavrı ve inisiyatifiyle hareket etselerdi, kuşkusuz ideolojik ve siyasal bir faaliyetle karşı karşıya kalırdık.
Medyanın operasyonu, aramayı ve gözaltını anlayamaması, savcıların ve mahkemenin hata yaptığını göstermez.
Basın özgürlüğü adalet duygusunun antitezi değildir.
Ergenekon savcısının hatası yok. Hata Ergenekon savcısının bu kez abarttığını düşünenlerindir.
Ne
Genelkurmay Cumhuriyeti ne de Medya Cumhuriyeti.