Dersim polemikleri, devletin gizli arşivlerini tekrar gündeme taşıdı.
Malum Başbakan'ın arşivlerin açık olduğu ifadesi sadece
TBMM tutanakları ve Başkanlık arşivini içeriyor.
Ama Dersim'e yapılan askeri harekâta dair bilgi ve belgeler
Genelkurmay arşivinde.
Hâlâ gizliliğini koruyor.
Öyle bir
gizlilik ki bu,
Ergenekon,
Kozmik Oda,
Balyoz soruşturmalarında bile bozulmadı ve arşivler yargı makamlarına açılmadı.
Hâlbuki Ergenekon yelpazesinde yürütülen, derinliklere yönelik tüm soruşturma ve davaların istikbali Genelkurmay,
Özel Kuvvetler ve
Jandarma Genel Komutanlığı arşivlerindedir.
Askeri istihbarat arşivlerindedir.
Bu arşivler savcılara açılmadan hiçbir derin soruşturma kemale ermeyecek, hedefine varamayacak.
Kılıçdaroğlu "arşivler açılsın" derken, umarım Genelkurmay arşivlerini de kastediyordur.
Devlet arşivleri çoğu zaman tarihten kaçanların sığınağıdır.
Tarihin sisli koridorlarında arşivlerine halkıyla ilgili bir şeyler saklayan yani arşivlere saklanan devletler demokrasiyle arasına mesafe koymuş demektir.
Uluslararası ilişkiler v
e devletin güncel yüksek menfaatleri için gizlilik makul sayılsa da, üzerinden yıllar geçmiş olayların hâlâ gizli tutulması doğru değildir.
Cumhurbaşkanı Gül, "büyük devletler tarihinden korkmaz, arşivler açılmalı" derken bu gerçeği ifade ediyordu.
Demokratik
sistemin faziletinin önemli bir dinamiği de şeffaflık.
Aksi halde daimi bir giz perdesinin ardında yaşayan devletler, Machiavelli'nin çizgisini diri tutmuş olurlar.
Machiavelli'ye göre yönetmek başka faziletli olmak başkaydı.
Dürüstlük ve fazilet gibi değerler devlet yönetiminde değil ancak kişilerin özel hayatında olurdu.
Arnold Toynbee'ye göreyse her
medeniyet yaşadığı sürece kendisine yöneltilen yeni sorularla karşılaşır.
İşte medeniyetlerin kaderini belirleyen sorulara verilen cevaplardaki isabet oranıdır.
Peki ama devletler istinat ettiği toplumlara kendisini ilgilendiren her gerçeği bilme hakkı vermezse, toplumla devlet arasındaki sıhhatli
diyalog nasıl devam edebilir?
Tarih koridorları o milletin hafızası olduğuna göre, hafızanın karanlık yönlerinin aydınlanması konusunda en isabetli sistem demokrasidir.
Devletler milletin hafızasına ait gerçekleri puslu arşivlerinde ve kasalarında saklamamalı.
Bilakis milletin travmalarla hafızasını kaybettiği zaman dilimlerine ışık tutmalı.
Demokratik olduğunu iddia eden bir devletin halkından gizledikleri ne kadar fazlaysa, fazileti ve inandırıcılığı o kadar azdır.
İbn Haldun ve "Batının Çöküşü" yazarı Oswald Spengler'in dediği gibi devletler de insanlar gibi.
Çocukluk,
gençlik, olgunluk, ihtiyarlık ve
ölüm zamanlarını yaşarlar.
Yaşayan her millet ve medeniyet de, çocukluğunda veya gençliğinde başına gelenleri öğrenmek hakkına sahiptir.
Geçmişi ne kadar gizlersek, istikbale o kadar sis perdesi çekmiş oluruz.
Arşivlerinde gizlediği bilgilerle yol almaya çalışan devletler hastadır.
Tarih, bilinçaltındaki acıları ve günahları teşhis eden laboratuvar, kamu vicdanı, hastayı iyileştirmeye talip olan doktordur.
Şuur altına itilen acılar, suçlar ve günahlarla nasıl yüzleşilmesi gerekiyorsa, devletler için de aynı
tedavi yöntemi gerekir.
Türk demokrasisi geçmişine ait korkularından kaçmamalı.
M. Kemal'le, tek parti dönemiyle, cumhuriyet tarihiyle ilgili hiçbir husus karanlıkta kalmamalı.
Çocuklarımız hafızasını kaybetmiş bir neslin sesi olmamalı.
İlgili devlet arşivlerinin açılması suretiyle tarihin sisli vadilerine ışık tutulması gerekiyor.
Aynen bunun gibi her kamu kurumu da kendi takdir ve inisiyatifine göre
devlet sırrı belirlememelidir.
Bu konuda hâlâ bir
düzenleme yok.
Hem devlet arşivleri mevzuatının hem de devlet sırrı kavramının demokratik bir ruhla tanzim edilmesi şart.