İsrail'in körüklediği zehirli rüzgârlara kapılarak nereye doğru sürüklendiğimizi iyi düşünmeliyiz.
İsrail'le gergin sürecin zirve yapması konusunda gemilerin tamamen yakılması bize ne kazandırır, ne kaybettirir?
Hiç düşündünüz mü?
Hukukçuların değil siyasi kişiliklerin hazırladığı ve
Gazze ablukasını meşrulaştıran
Palmer Raporu,
Türkiye'nin haklı tepkisini celbetti.
Hâlbuki hukuk formasyonlu kişilerden oluşan BM
İnsan Hakları Komisyonu, Gazze'ye yönelik ablukanın meşru olmadığını belirtiyordu.
Palmer Raporu bu haliyle İsrail'i bile tatmin etmedi.
Uzman perspektifiyle hazırlanan BM İnsan Hakları Komisyonu raporu varken, Palmer Raporu hem amatör hem de oldukça siyasal temayüllerin eseridir.
Türkiye bu konuda uluslararası hukukun kendine verdiği hak ve yetkileri
doğal olarak kullanacaktır.
Lakin Doğu Akdeniz'de İsrail'in petrol
arama çalışmalarını engelleyecek bir uluslararası hukuki engel yok.
Bu durumda Türk savaş gemilerinin
Başbakan'ın dediği gibi bolca gövde gösterisi yapacak olması beklenmeyen riskleri davet edebilecektir.
İkinci bir husus ise Başbakan'ın Gazze'yi ziyaret düşüncesi.
Başbakan, 12 Eylül'de Mısır'a ziyarette bulunacak.
Mısır'a yapacağı
gezi sonrasında da Refah Kapısı'ndan giriş yaparak Gazze'ye geçmeyi planlayan Erdoğan'ın Gazze gezisi henüz kesinleşmedi.
Peki, Başbakan'ın bu gerilim sürecinde abluka altındaki Gazze'ye gitmesi ve İsrail'in tekinsiz etki sahasına girmesi doğru mu?
Üstelik iki
ülke arasındaki ilişkilerin 1980'lerdeki minimum seviyeye çekildiği ve gerginlik rüzgârlarının haşin bir şekilde estiği böyle bir süreçte.
Başbakan'ın Gazze ziyareti şu gergin konjonktürde doğru olmadığı gibi, yaşanan krizinin üzerine benzin dökecek ve aşılması imkânsız yeni krizleri
doğurabilecektir.
Başbakan'ın koruma ekibiyle İsrail güvenlik birimleri arasında istenmeyen bir çatışma çıkabilir.
Başbakan'ın ve dolayısıyla Türkiye'nin itibarını sıfırlayacak muhtemel İsrail muameleleri gözden uzak tutulmamalıdır.
MOSSAD, kendisine yakın bir haber sitesi olan Debka kanalıyla Başbakan Erdoğan'a, "Karayolu ile Gazze'ye girerse
El-Kaide' class='textetiket' title='El Kaide haberleri'>El Kaide Erdoğan'ı vuracak" diyerek ikazda bulundu.
Geçmişte alçak
koltuk krizinde bunu yaşadığımız gibi havaalanlarında aynı mütecaviz tutumları görüyoruz.
Başbakan'ın Gazze gezisi, sonucu tahmin edilemeyen bir
kumar gibi.
Geri dönüşü olmayan mayınlı yollara mahkûm olabiliriz.
Doğu Akdeniz'de seyrüsefer serbestliği dışında diğer tedbirlerin isabeti kuşkusuzdur.
Fakat gerginliği tırmandıran tarafın Türkiye olmasını doğru bulmuyorum.
Zira henüz Türkiye olarak Aşil topuğumuz (
Kürt sorunu) var ve ulaşmak istediğimiz
demokrasi beldesine daha çok yolumuz var.
Dillere pelesenk olan yeni anayasayı yapabildik mi?
TSK içinde fırsat kollayan karanlık odakları
tasfiye edebildik mi?
Sivil otoritenin askeri yelpazeye tam hâkimiyetini sağlayabildik mi?
İşsizliği önemli ölçüde çözebildik mi?
Kürt sorununda çözüm ufkunu görebiliyor muyuz?
PKK'nın belini kırabildik mi?
Hâlâ şehitlerimiz gelirken, Türkiye'nin tüm enerjisini İsrail ekseninde yoğunlaştırması bize telafisi zor zamanlar kaybettirmektedir.
"İnceldiği yerden kopsun" deme lüksümüzün henüz olmadığını düşünüyorum.
Bunu söylerken İsrail'le cicim aylarına geri dönelim, yapılanları yutalım demediğimi sanırım anlamışsınızdır.
Gösterilen haklı diplomatik tepkilerin sonucunu beklemeyip, basiretsizce samanlıkta ateş yakarsanız atlarınıza verecek yem bulamazsınız.
Arap Baharı tekâmülünü sağladığında, İsrail zaten sonu gelmez kâbuslara gark olacaktır.
Bu aşamada yapılması gereken, İsrail içi muhalefetin ve sağduyulu İsrail medyasının kendi özeleştirilerinin sonuçlarını beklemektir.
Türkiye'nin İsrail krizine odaklanması, tüm demokratik kazanımları sabote edebilme riski taşımaktadır.
Milletin savaş psikolojisi içinde olması, milliyetçilik ve militarizasyonu ön plana, demokratikleşmeyi arka plana itecektir.