Taraf Gazetesi yazarı Roni Marguiles'in Çanakkale'de uğradığı saldırı...
Taraf Gazetesi yazarı Roni Marguiles'in Çanakkale'de uğradığı saldırı, Kemalist
gençlerin yumurtalı ve boyalı eylemlerinin kamuoyunda yarattıkları ilgiden pek memnun olduğunu ve bu tip saldırıları -belki de şiddet dozunu arttırarak- sürdürmeye niyetli olduğunu gösteriyor. Tabii aynı şekilde,
iktidarın "Anarşi hortluyor, 68 geri geliyor" temalı karşı
kampanyasının da aynı şekilde süreceğini tahmin edebiliriz.
Dünya'da 68'in nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusunda fazla bir şey söylemeyeceğim. Ama Türkiye'deki 68'in ne olduğunu ve nasıl yaşandığını yakından biliyorum. O zaman yaşananların, daha sonra yine solcular tarafından yaratılan "68 Efsanesi" ile bir alakasının olmadığını da... Bu konu çok geniş ve başka yazıların konusu ama şimdilik sadece birkaç noktaya işaret edelim:
Birincisi 68 Gençliği denen şey, o zamanki öğrenci gençliğin çok
küçük bir kesimi idi. Asla üniversite gençliğinin genelini temsil etmiyordu, üstelik üniversitelerdeki hâkimiyetini geniş öğrenci kitlesi üzerinde
baskı yaparak sürdürüyordu. Ama uygulamak istedikleri baskı politikaları için "öcü yaratmaya" ihtiyaç duyan iktidar sahiplerinin, tehlikeyi büyük göstermek için giriştikleri karşı kampanya onların bu marjinalliğini gizledi, olduklarından çok daha güçlü gösterdi.
Korkarım ki bugün de aynı hata yapılıyor. Bir avuç dar kafalı Kemalist genç, birkaç yerde gövde gösterisine girişti diye, "Eyvah, 68 hortladı.
Öğrenci eylemleri yine
darbe mi getirecek" diye "etekleri tutuşan" bir iktidar görüntüsü yaratmak sadece ve sadece o küçük grubun işine yarar.
Aslına bakarsanız, bugünün Türkiye'sinde yeni bir 68 yaşanması birçok bakımdan mümkün görünmüyor. O yılların üstünden kırk yıldan fazla zaman geçti ve bu kırk yılda Türkiye'de çok ama çok şey değişti.
En başta, bugün "sol" artık
siyaset ve fikir dünyası üzerinde 60'lı yıllarda olduğu gibi bir ideolojik siyasi ve kültürel hegemonyaya sahip değil. O yıllar "sol"un
altın yıllarıydı. Solun entelektüel hegemonyası bütün diğer ideolojik ve siyasi çizgileri sindirmişti. Aydın olmak, solcu olmakta özdeşleşmiş, sağ entelektüeller deyim yerindeyse yer altına çekilmişti. Ülkenin bütün yazar-çizer takımı solcu-
darbeci gençlik gruplarının arkasına geçmiş, onları kışkırtıyordu. Sağcı gençlik bu ağır ideolojik hegemonyaya fikir mücadelesi ile karşılık verebilecek birikime ve fikri cesarete sahip değildi.
Üniversitelerde etkili bir fikir mücadelesi yürütebilecek liberal bir mihrak da yoktu. Dolayısıyla, fikir mücadelesinin yokluğu "sağda ve solda vuruşan gruplar" tablosunu yarattı.
Ayrıca o gün, gerek üniversite gençliğinde, gerekse toplumun genelinde darbeler konusunda bugünkü gibi bilinçlilik söz konusu değildi. 27
Mayıs Darbesi hâlâ "faşist Bayar-
Menderes diktatörlüğünden kurtuluş günü" olarak kutlanıyor,
27 Mayıs Anayasası'nın getirdiği askeri
vesayet rejimi "ilericilik" sanılıyordu. Darbecilerin ipliğinin henüz pazara çıkmadığı o günün
psikolojik ortamıyla, ordu içinde fink atan cuntacı kliklerin ve akılalmaz planlarının teşhir olduğu bugünkü ortamı kıyaslamak mümkün mü? Darbeleri savunmanın ahlaksızlık olarak görüldüğü, en darbeciler dahil hiç kimsenin darbeleri savunmaya cesaret edemediği bugünün şartlarında, "darbenin öncü gücü" rolünü oynamaya soyunan bir öğrenci grubu ne kadar
taraftar bulabilir?
Peki bütün bu farklı koşullara rağmen, tarih tekerrür edemez mi? Bu küçük grup geniş öğrenci kitlesini
kontrol altına alıp bir kez daha askeri darbenin
koltuk değneği misyonunu yüklenemez mi?
Tarihin tekerrür edeceğinden ne zaman korkmak gerekir biliyor musunuz;
AK Parti iktidarının ve genel olarak muhafazakâr kesimin kanaat önderleri 1960'lı yıllarda Adalet Partisi'nin yaptığı hataları tekrarladığı zaman...
Ama eğer AK Parti o zaman Demirel'in yaptığı gibi yangına körükle gitmezse; sol despotizmle mücadelenin panzehirinin
demokrasi ve
ifade özgürlüğü olduğunu görebilirse; izlediği politikalarla bu küçük faşizan grubu
mağdur hale getirip tarafsız kitlelerin bu gruba sempati duymasına yol açmak yerine, onların geniş öğrenci kitlesi tarafından tecrit edilmesini kolaylaştıracak politikalar izlerse, korkacak bir şey de yok demektir.