Ana
yasa Mahkemesi'nin DTP kararı konusunda bazı liberal köşe yazarlarıyla aramızda görüş ayrılığı oluştu.
Örneğin
Rasim Ozan Kütahyalı "DTP'nin kapatılması
siyaseten yanlıştır ama hukuken doğrudur" gibi analizlerin bütünüyle zırva olduğu,
Anayasa Mahkemesi'nin kendisinin bu yapısıyla ve misyonuyla evrensel hukuka aykırı olduğunu, zaten Türkiye'de hukukun hep siyasal olageldiğini, bu anlamda DTP'nin kapatılmasının da hukuki tahlilinin yapılamayacağını yazdı.
İhsan Dağı da aynı konudaki yazısında şöyle diyordu: "Anayasa ve yasalar ortadayken AYM'nin kapatmaktan başka çaresi yoktu tezi için hiç kullanmadığım bir sözü kullanacağım: Çifte standart. AYM'nin RP ve FP'yi kapatması,
cumhurbaşkanlığı seçimleri için
icat ettiği 367 şartı, '
laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu' yaftası, Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerinin değiştirilmesi yetkisini aşarak iptali ne kadar Anayasa'ya ve yasalara uygunsa DTP'nin kapatılması da ancak o kadar yasal ve hukukîdir. AYM mevcut yapısı ile sonuna kadar 'siyasî' ve meşruiyeti tartışmalı bir kurumdur."
Önce çifte standart eleştirisinden başlayalım:
Bana kalırsa çifte standart eleştirisinin tamamen yersiz kullanıldığı bir durumla karşı karşıyayız. Çünkü karşılaştırılan örnekler birbirine hiç benzemiyor.
Ben kendi adıma, AK Parti'nin kapatılmasına, davanın hukuki temeli olmadığı için,
iddianamede dişe gelir hiçbir
suçlama bulunmadığı için karşı çıktım. AK Parti'nin yüzde 47 oy almış bir parti oluşuna ya da kapatılmasının yol açacağı siyasi sonuçlara hiçbir zaman temel argüman olarak ağırlık vermedim.
Oysa bu kez farklı bir tabloyla karşı karşıyayız.
Geçen gün de yazdığım gibi, ne yazık ki DTP parlamentodaki kısa hayatı süresince
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın dolgun bir iddianame yazması için elinden geleni yaptı. Parti kapatmanın ne kadar zorlaştırılmasını savunursanız savunun bütün bu sınırları aşmayı başardı!
Venedik Kriterleri'nin bile kolay kolay kurtaramayacağı bir noktaya geldi. Öyle ki, gelinen bu noktada bir
terör örgütüyle olan bağını bu kadar açık deklare eden bir partinin demokratik rejim içinde siyaset yapmasını savunmak hiçbir demokrat için kolay görünmüyor.
Burada, sadece fikri planda bir bulaşmadan; teröre düşünsel planda
destek vermekten ya da sempati duymaktan; yani
ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirebileceğimiz bir tutumdan değil; terörle somut, elle tutulur cinsten bir iç içelikten söz ediyoruz. Ve demokratik bir rejimde böyle bir ilişkiye katlanıp katlanamayacağımızı konuşuyoruz.
DTP'nin kapatılmasının siyaseten zararlı olduğunu düşünebilirsiniz.
Ama hukuken gerekliyse ne yapacağız?
Apaçık bir yasa ihlali varsa, buna rağmen partinin kapatılmamasını istemek, hukukun siyasallaşmasını savunmanın daniskası olmuyor mu?
Hukukun siyasallaşması -şimdiye kadar birçok kere yapıldığı gibi- bir partinin salt siyasi nedenlerle kapatılması değildir yalnızca. Hukuki gerekçeler oluştuğu halde siyasi gerekçelerle kapatmamak da bal gibi hukukun siyasallaşmasıdır.
Bazı arkadaşlar boyuna demokrasilerde parti kapatılmaz diye hiçbir yerde yazılı olmayan bir
kuralı tekrarlayıp duruyorlar. Ben böyle bir kuralın nerede yazdığını bilmiyorum. Böyle bir kural varsa Venedik Kriterleri denen şey neyin kriterleri oluyor, onu da anlamış değilim.
X x x
Anayasa Mahkemesi'nin daha baştan demokratik olmayan siyasi mülahazalarla kurulduğunu ve kuruluşundan bu yana da siyasi davrandığını, hatta son yıllarda askeri
vesayet rejiminin temel gücü haline geldiğini hiç yazmadıysam on kere yazdım.
Anayasa Mahkemesi özellikle 28 Şubat'tan bu yana aldığı kararlarla siyasi pozisyonu gereği hukuku ne kadar eğip bükebildiğini, hatta özel koşullara uygun hukuk "yarattığını" ortaya koydu.
Ve biz de her seferinde onu acımasızca eleştirdik. Ama dikkatinizi çekerim: Hiçbir seferinde, Anayasa Mahkemesi bu yapısıyla ve misyonuyla zaten kendisi meşru değil, başka ne beklenebilir ki, deyip o kararları sineye çekmedik. Mahkemeyi hukuka davet etmeyi sürdürdük.
Şimdi bazı arkadaşlar,
mahkeme şimdiye kadar hep politik kararlar aldı, bu defa da alsaydı ne olurdu sanki diyorlarsa anlaşılabilir bir durum... Zaten karar öncesinde hepimiz zımnen aynı şeyi yapmadık mı? Aynı şeyi istemedik mi mahkemeden?
Ama bunu söylemek başkadır, alınan kararı hukuk dışı ve siyasi olarak nitelemek başka...
Aslında, bu tartışmayı rayına oturtmanın en sağlıklı yolu şudur: Anayasa Mahkemesi olaya nasıl bakmış olursa olsun; siz evrensel hukuk açısından bakarsınız.
En temelinde, şiddetle iç içe geçmiş ya da yakın temas halinde bir siyasi oluşuma demokratik parlamenter
sistem içinde yer verilmemesi ilkesine
taraftar mı karşı mı olduğunuzu netleştirirsiniz. Eğer bu ilkeye sahip çıkıyorsanız, her türlü zorun ve şiddetin siyasetten dışlanmasını; silahların gölgesinde siyaset yapmanın (bu silahlar ister ordunun elinde, ister terör örgütünün elinde olsun) reddedilmesini siyasette serbest rekabetin sürmesi açısından hayati önemde görüyorsanız...
Anayasa Mahkemesi bu kararı hangi saiklerle almış?.. Daha önceki kararlarıyla tutarlı mıymış, tutarsız mıymış, bütün bunlar teferruattır.
DTP'nin bu haliyle demokratik sistem içinde varlığını sürdürmesini savunamazsınız.
Rasim Ozan Kütahyalı'nın
Kürt hareketini alternatifi olmayan, kalbinde Öcalan'ın yer aldığı tek bir
çatı olarak
tarif edip, hepimizi bu realiteyi kabul etmeye davet eden; bir başka deyişle 20 milyon Kürt'ün ve 50 milyon Türk'ün kaderini bir adamın ve onun kapıkullarının iki dudağının arasından çıkacaklara mahkum eden görüşlerini de eleştirmek istiyordum. Ama yerim kalmadı.
Bir başka yazıda inşallah...