27
Mayıs öncesi anlatılan "kıyma makinesi" masalları şimdi bize ne kadar aptalca görünüyor değil mi?
Ama o zaman birileri inanmıştı bu öcü masallarına... Hem de epeyce sayıda birileri...
Demokrat Parti'nin faşist bir diktatörlük kurduğuna -dikkat "antidemokratik kimi uygulamalara giriştiğine" demiyorum- ilişkin kanıtların hepsinin de ne kadar derme çatma, yalana dolana dayalı şeyler olduğunun genel kabul görmesi için uzun yıllar gerekti.
Evet, bu
halk 1958-59 yıllarının
köylü toplumu değil. Haber alma kanalları da devlet radyosundan ibaret değil.
Ama yine de,
AK Parti'ye önyargılı bakmaya devam eden geniş bir kitlenin olgulara değil söylentilere inanmaya eğilimli olduğunu ve bu parti ile ilgili her türlü kara propagandaya inanmak için can attığını unutmamak lazım.
O yüzden bugün de kitleleri AK Parti iktidarının faşistleştiğine, dolayısıyla
darbenin "meşruiyet kazandığına" inandırmak üzere ortaya atılan yalanlar, tezviratlar, öcü masalları ne kadar saçma sapan olursa olsun, ciddiye almak ve geri püskürtmek gerekiyor.
Bunlardan sonuncusu malum, hükümetin Silah Kanunu Tasarısı ile
Genelkurmay'ın
silah ithalatı yetkisini elinden aldığı şeklindeydi.
Yakalanan "fırsat" tek parti diktası propagandasına koyulmuş kesimler için tadından yenmez lezzetteydi doğrusu. Anında "
Hükümet polisi orduya karşı ağır silahlarla donatıyor" başlıkları atıldı.
Bundan ala darbe gerekçesi olabilir miydi?
Neyse ki yalan çabuk püskürtüldü. Hükümetin tasarıya böyle bir madde koymadığı ortaya çıktı. Öğrendik ki, tam tersine, mevcut uygulamayı değiştirmek isteyen Genelkurmay... Genelkurmay silah ithalatı yetkisini tümüyle kendisinde toplamak istiyor.
Polis teşkilatına alınacak silahlar dahil, Türkiye'ye girecek bütün silahların kendi
kontrolünde olmasına çalışıyor.
Şimdi, yalan ortaya çıktığına göre artık gözümüzü Genelkurmay'ın talebine çevirmeli ve bu talebin anlamı üzerinde düşünmeliyiz.
Genelkurmay Başkanlığı, neden polis teşkilatı için alınacak silahları kontrol altında tutmaya bu kadar önem veriyor acaba?
Silah tekelini elinde tutmak için tabii.
Devlet değişik fikir akımları tarafından çeşitli şekillerde
tarif edilegelmiştir. Bu tariflerden biri de gücünü silah tekelini elinde bulundurmaktan alan örgütlü yapıdır. Bu tanım, yani devletin gücünü sadece elinde bulundurduğu silah tekelinden aldığı bir abartı ise de silah tekelinin devleti devlet yapan önemli faktörlerden biri olduğu inkar edilemez. Ve bu tekel, demokratik bir devlet özlemi içinde olanlar için her zaman problem olmuştur. Bu yüzden, Anglo-
Amerikan hukukunda "bireysel silâhlanma", yaşama hakkı, düşünce ve vicdan özgürlüğü gibi temel "
insan hakları"ndan sayılır. ABD'nin kurucu babaları yeni kurdukları devletin temellerini atarken halkın silahlı olmasını devletin yozlaşmasına, demokrasiyi ve
sivil özgürlükleri tehdit etmesine karşı yegane güvence olarak görmüşlerdir.
Gerçi bireysel silahlanma bugün başta ABD olmak üzere bütün dünyada yoğun bir şekilde tartışılıyor ve halkın silahsızlandırılması hakim eğilim olarak ortaya çıkıyor.
Bunun doğruluğu-yanlışlığı ayrı bir
tartışma ve benim de bu konuda kafam oldukça karışık...
Ama Genelkurmay'ın talebine bir de bu açıdan, yani silah tekeli meselesinin tarihi geçmişi açısından baktığımızda, talebin vahameti daha iyi anlaşılmıyor mu?
Halkın silahsız olduğu, yani devletin elindeki silahlı gücü dengeleyecek herhangi bir gücün olmadığı bir ortamda ordu, devlet içindeki diğer silahlı güçleri de kontrolü altında tutmaya, rakipsiz bir şekilde silah tekelini elde bulundurmaya çalışıyor.
Bunun anlamı açık değil mi?
Bence hükümetin niyetleri üzerine spekülasyon yapıp duranlar biraz da ordunun neden polisin elindeki silahları ille de kontrol etmek istediğini açıklasalar daha aydınlatıcı olur.
İstikrarlı bir devlet için kurumlar arasında uyum iyidir.
Ama kimileri bu "uyum"u ellerindeki "silah tekeli"ne dayandırmaya niyetliyse buna uyum değil
baskı ve zorbalık denir.