Her yuva korunmayı hak eder mi?


"Aile içi şiddet" deyiminin, koca dayağının daha kapsamlı bir ifadesi olduğu doğru. Her türlü şiddeti ve her yönlü şiddeti içeriyor. Ama aynı zamanda eylemi bir parça da kibarlaştırıyor. O yüzden ben "koca dayağı" gibi kaba saba bir ifadeyi kullanmayı tercih ediyorum. Dayakçı kocaları iyice aşağılamak için... Profesör kocasından 6 yıl boyunca -bir keresinde 9 saat- dayak yiyen, kendi de meslek sahibi bir kadın olan Psikolog E.K'nın hikayesi bize koca dayağı denen olgunun milliyet, sınıf ve kültür farkı gözetmeksizin dünyanın her yerinde aynı olduğunu; dayakçı kocaların ve dayak yiyen kadınların ne kadar birbirlerine benzediklerini göstermesi bakımından önemli bir tanıklıktı. Bu hikâyeyi okuyan herkesin kafasına aynı soru takılıyor: Meslek sahibi olan, eğitimli, ekonomik özgürlüğünü kazanmış bir kadın bu işkenceyi 6 yıl boyunca neden çeker? E.K bize bu konuda birçok sebep anlatıyor. Polisten, yargıdan da şikâyet ediyor, devletin kendisine yeteri kadar sahip çıkmadığını söylüyor. Ama asıl belirleyici sebebi onun şu cümlelerinde bulabiliyoruz: "Kadın maalesef hep yuvayı koruma içgüdüsüyle hareket ediyor. Şiddet gören kadın, gelenekler (yuvam yıkılmasın) ve (çocuklarım babasız büyümesin) anlayışı, çalışıyorsa toplumun yüzüne bakamama ve kariyer sahibi ise (kariyerim bitmesin) anlayışı ile şiddet gördüğünü saklıyor." Gerçekten de "yuvayı koruma" düşüncesi, en eğitimli, en çağdaş kadınlar da dahil, kadınları boşanmaktan geri tutan en büyük etken. Zaten, başta kendi anneleri olmak üzere kadın arkadaşları, eşleri dostları, çevrelerindeki herkes tarafından kadınlara empoze edilen de bu... Koca dayağı söz konusu olduğunda, en demokratik, en şiddet karşıtı kişi ve kurumlar bile, evliliği koruma hedefini baş hedef haline getiriyor; bütün çabalarını, sorunu evliliği koruyarak çözme noktasında yoğunlaştırıyorlar. Bir başka deyişle, dayakçı kocayı bilinçlendirmeye çalışıyorlar. İyi de, koca zaten bilinçli olarak dövüyor. Evi mutlak hâkimiyet alanı haline getirebileceğinin ve karısını bu hâkimiyete karşı çıkamayacağının bilinciyle dövüyor. Hangi despot, mutlak iktidar olmaktan gönüllü olarak vazgeçmiş ki, koca vazgeçsin? Yaygın inanışın tersine erkekler kendilerini kaybettikleri için dövmüyor. Ne öfkelerini kontrol edememek yüzünden öyle hayvanlaşıyorlar ne de alkol yüzünden... Eğer öyle olsaydı, aynı saldırganlığı işyerinde patronlarına, sokaktaki polise, trafikte sıkıştıran kişiye de yöneltmeleri gerekirdi. Nasıl oluyorsa, ev dışında her yerde kuzu gibi olan adamlar, evde aslan kesiliyor. Üstelik de "öfkeden kendilerini kaybettikleri" anlarda bile, dayak izi bırakmamaya, kadının görülmeyecek yerlerine vurmaya dikkat etmeyi beceriyorlar. E.K'nın örneğine bakın: Adam dayakları hafta sonuna, özellikle de bayram gibi uzun süreli tatillere denk getirirmiş ki, karısı resmi yerlere başvuramasın. Bir keresinde önce öldüresiye dövmüş, sonra da zorla buz dolu küvete sokmuş iç kanama olmasın diye. Hayır, bu bir göz dönme hali değil. Bu bir hesaplılık hali. Erkek, ev dışı hayattaki bütün horlanmalarının, ezilmelerinin, yetersizliklerinden doğan bütün komplekslerinin, kendine güvensizliklerinin acısını evde kadından çıkarıyor; dışarıda kuramadığı iktidarı evde kurmanın doyumunu yaşıyor. Çünkü bunun için bir bedel ödemeyeceğini, kadının her zamanki gibi affedeceğini biliyor. Öyleyse neden yapmasın? İşte o yüzden ben diyorum ki, "evliliktir, olur böyle şeyler" diyen eş dost, "çocukların için sabret" diyen akrabalar; kendisi bütün ömrünce berbat bir kocaya katlanan ve şimdi de kızının katlanmasını öğütleyen anneler, herkes dayağın suç ortağıdır. Hayatın bir "katlanma" olarak yaşanmasına yol açan "fedakâr kadın" geleneğinin sürmesinin, sürebilmesinin temelinde "Hiçbir evlilik bir kadının yalnız yaşamasından daha kötü değildir" düşüncesi yatar. Dayağın son bulması için, önce kadınların, evlilik dışında var olamayacakları duygusundan kurtulmaları gerekir. İnsan ancak çiftler halinde yaşayabilen bir canlı değildir; tek yaşayan insan da eksik yaratık değildir. Ve hiçbir yalnızlık, dayak korkusu içinde yaşanan bir evlilik kadar kötü değildir. Dayağa isyan eden ve kapıyı çekip çıkan her kadın, sadece kendini kurtarmakla kalmaz, başka kadınları da bir ihtimal kurtarabilir. O terk ediş, dayakçı nice kocanın yüreğine bir korku düşürebilir: Ya benimki de terk ederse? Doğrusu ben tek çözümü bu korkunun yaratılmasında görüyorum. Not: Sütun komşum Gültekin Avcı'nın son yazıma verdiği cevabı geç bir saatte okuyabildim. Cevabını da ancak yarınki yazımda verebileceğim. Ben bunun çok yararlı bir polemik olduğuna inanıyorum. İzlemeye devam edin.
<< Önceki Haber Her yuva korunmayı hak eder mi? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER