Üç generalin açığa alınması konusunda bir
bardak suda
fırtına koparılmaya çalışılıyor.
Bu konuda bakanların açıkça yasalardan doğan takdir
yetkilerini kullanmaları, hani şu malum "
sivil dikta" tezlerinin yeni bir kanıtı diye sunulmaya, yapılan iş hukuksuz gibi gösterilmeye uğraşılıyor. Oysa olay
okuma yazması olan ve TSK Personel Kanunu'nun 65. maddesini açıp okuyabilen herkes için son derece açık. Kısacası temelsiz,
çürük yeni bir
propaganda atağı ile karşı karşıyayız.
İşin aslı, bu
tedbirin çok ama çok gecikmiş bir tedbir oluşudur. Dünyanın parlamenter rejimle idare edilen hangi ülkesinde olursa olsun, ordu içinde cuntacı (veya cuntamsı) faaliyetler tespit edildiğinde, adı karışanlar ordudan temizlenir. Ya emekliye sevk edilir ya açığa alınır, ne yapılırsa yapılır ama o şaibeli kişilerin eski görevlerinde kalmalarına, yetki kullanmalarına göz yumulmaz. Dikkat ederseniz, "adı karışanlar" diyorum, suçluluğu kesinleşenler değil. Suçluluğun kesinleşmesi zaten mahkûmiyeti ya da beraatı getirir. Açığa alınma ise bir tedbirdir. Bütün kamu görevleri için gerekli olan bu tedbir ordu gibi bir güvenlik örgütü için haydi haydi gereklidir.
Bizim durumumuzda, ortada bir bavul dolusu
belge, o belgelere dayanarak hazırlanmış ve
mahkeme tarafından kabul edilmiş bir
iddianame var. İsnat edilen suç da öyle böyle değil: Anayasa'yı ihlal suçu;
darbe yaparak mevcut hükümeti
silah zoruyla devirmek...
Böyle bir tablo karşısında, siyasi iradenin yapması gereken şey, TSK Personel Kanunu'nun 65'inci maddesini çok önceden işletmek ve
sanık subayların tümünü
açığa almak idi. Bu yapılmadı.
Hükümet son YAŞ'ta sadece bazı generallerin
terfilerini engellemekle yetindi. Ama bu arada çok garip bir şey oldu:
Genelkurmay, terfisi engellenen üç generalin bulundukları rütbeleriyle yeni görevlere vekaleten atanmalarını
teklif etti ve bu teklif de hükümet tarafından kabul edildi.
Durumun garipliğini görüyor musunuz: Siz üç generalin terfilerini sakıncalı buluyor ve engelliyorsunuz ama sonra onları terfi etselerdi getirilecekleri görevlere vekaleten getiriyorsunuz. O zaman ne anlamı kaldı terfinin engellenmesinin? Aynı görevi ve yetkiyi verdikten sonra, işini ister vekaleten yapmış olsun ister asaleten, aynı sakınca devam etmez mi? Terfi ettirmeme kararının amacından tamamen uzaklaşılmış olmaz mı?
Evet, hükümet asıl hatayı YAŞ'ta yaptı. Besbelli ki bu, o zaman hükümetle Genelkurmay arasında yapılmış siyasi bir uzlaşmaydı. "Açığa almama ama terfi de ettirmeme" şeklinde bir orta yol arayışıydı.
Ne var ki ilerleyen günler, asker tarafının bu "uzlaşma"ya razı olmadığını ve terfiyi sağlamak için dayatmaya devam ettiğini gösteriyor ve işte böylece sonunda ilgili bakanlıkların açığa alma yetkilerini kullanmaktan başka seçeneklerinin kalmadığı bugünkü noktaya geliyoruz.
Gelinen bu nokta bize aynı zamanda
vesayet rejimiyle girilen uzlaşmaların çözüm olmadığını da gösteriyor. İşte gördüğünüz gibi, biz TSK'dan ortaya dökülen bunca skandaldan sonra, bize bir daha böyle örgütlenmelere müsaade etmeyeceği konusunda güvence vermesini ve kendi içini temizlemesini beklerken; o darbe sanığı generalleri terfi ettirmek için bin bir yol deniyor.
Ayrıca bu vesileyle
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin fonksiyonunu ve nasıl çalıştığını da; Danıştay'dan ayrı bir
askeri yüksek idare mahkemesi bulunmasının sonuçlarını da bir kez daha görmüş oluyoruz.
Dünyada eşi benzeri bulunmayan bu "paralel" yüksek mahkeme rezaletine ne zaman son vereceğimizi de konuşmaya başlasak iyi olur.
X x x
Vesayet Rejimi'nin cumhuriyet tarihi boyunca hem orduya yerleştirdiği hem de topluma dayattığı "
teamül"lerle mücadele öyle kolay kolay bitmeyecek. Kötü alışkanlıklar, müdahaleci refleksler ve sivil rejimin emrine girmeme güdüsü o kadar güçlü ve köklü ki; bütün bu kötü alışkanlıkların zihinlerden temizlenmesi uzun bir siyasi ve ideolojik yeniden eğitim ve daha nice ciddi yapısal ve hukuki reforma ihtiyaç gösteriyor.
Ama bu
halk sabırlı bir halk. Elbette ki kırıp dökmeden ama eksiksiz bir
demokrasi ve hukuk devletinden biraz olsun azına da razı olmadan bu transformasyonu sürdürecek. Bu kararlılık ne kadar çabuk anlaşılırsa, değişimin artık dönüşü olmayan bir yola girdiği ne kadar çabuk kabul edilirse, bu sancılı süreç de o kadar kolay atlatılacak.