Bugünlerde Kılıçdaroğlu'na yine çok acıyorum.
Kendince bir "
siyaset yapma" anlayışı benimsemiş. Ve bu anlayışı yüzünden, soluk alamayacak kadar sıkışmış bir halde debelenip duruyor. Partisinin iki kanadı arasında denge unsuru olacağım derken adı gibi bildiği doğruları savunamıyor, kendini inkâr etme pahasına inanmadığı şeyler söylüyor. Bir gün söylediğini ertesi gün geri almak zorunda kalıyor. Sözde partisinin imajını yenilemeye çalışıyor ama "geleneksel
CHP" bütün haşmeti ve korkunçluğu ile başını kaldırıp, "Hop dedik" dediğinde kaçacak delik arıyor. Sorunları ilkesel düzeyde ele alamadığı için, krizleri laf cambazlığı ve şekli formalitelere sığınarak geçiştirmeye çalışıyor. En fazla sıkıştığı zamanlarda da AK Parti'ye
yerli yersiz saldırarak gündemi değiştirmeye ve durumu idare etmeye çalışıyor. Böyle bir idare-i maslahatçılığın siyasetçi olmanın gereği olduğunu düşünüyor anlaşılan.
İşte parti içinde ikinci kez patlak veren
Dersim krizi de yine anında bir Kılıçdaroğlu krizine dönüşüverdi. CHP'li Dersim
Milletvekili Hüseyin
Aygün herkesin zaten bildiğini yüksek sesle söyleyip Kemalist 12'ler de "Geçmişimize de,
Atatürk'e de laf söyletmeyiz" diye gürleyince yine ne yapacağını şaşırdı. Aygün'ü "parti içi bir
tartışmayı medyaya yansıtmakla" suçladı.
Parti içi tartışmaymış!
Siz görmüyor musunuz ki, aydın çevrelerinde on yıllardır kapalı kapılar ardında tartışılan şeyler artık büyük kitleler tarafından heyecanla paylaşılıyor. İlk defa geniş kitlelerin katılımı ile bir tarih tartışması sürüyor. Halk şimdiye kadar dar aydın mahfillerinde sürüp gitmekte olan tartışmalara
kulak veriyor. Neden şimdi işitiyor
toplumun kulakları? Çünkü artık sürekliliği fark ediyor. Bugün başına gelenlerin düne uzanan köklerini teşhis edebiliyor. Tartışılanın tarih değil, bugün olduğunu kavrıyor. Aslında aydınlanan şey, geçmişte olanlar değil, bugünün zihinleri... Bugünün yalanları deşifre oldukça, geçmişe ait yalanlar da eprimiş kumaşlar gibi orasından burasından yırtılıyor ve arka planda on yıllardır zamanın adaletini bekleyen gerçekler gözle görülür hale geliyor.
Cumhuriyet bize, "Dersim İsyanı"nın ve ondan önceki 23
isyanın bastırılışı "Cumhuriyetin başarısı" olarak anlattı şimdiye kadar. "İsyan bastırmak" gibi meşru bir amaç söz konusu olduğunda, kullanılan yöntemi sorgulamak da şimdiye kadar görülmüş şey değildi.
Ama şimdi olan bu. Bu
halk artık sadece Dersim İsyanı'nı değil Dersim Katliamı'nı da görüyor. 1937'den bu yana Dersim Katliamı'ndan değil sadece Dersim İsyanı'ndan bahsedilmesini yadırgamayan geniş bir kitle; bugün artık madalyonun öbür yüzüne de bakabiliyorsa; kamuoyu ilk defa isyanı bastıran devletle değil isyan edenlerle empati kurarak tepki verebiliyorsa, bunun sebebi arada geçen zamanda tarih bilgisinin artması değil; bugün
Kürt meselesine bakışta geldiği bilinç düzeyi. Asimilasyona, inkâra ve yok etmeye dayalı devlet politikalarının artık toplum nezdinde meşru görülmemesi,
insanlık suçu sayılması...
İşin içinde Atatürk olsa bile...
Hatırlarsınız, Öymen kendisine gelen yoğun tepkilerin telaşıyla son kozunu öne sürmüş ve "Benim savunduğum şey Atatürk'ün politikasıdır. Sıkıysa onu eleştirin" demeye getirmişti. Ama daha o lafını bitirmeden,
gazete sayfaları Atatürk'ün Dersim Katliamı'ndaki rolünü anlatan eleştirel makaleler ve söyleşilerle doldu.
Böylece tek bir olayla iki çığır birden açılmış oldu: Bir yandan Dersim'de yaşanan trajedi şimdiye kadar hiç konuşulmadığı açıklıkla konuşulmaya başlanırken, bir yandan da zihinlere takılmaya çalışılan bir başka pranga kırıldı ve Atatürk tabusu artık işlemez hale geldi.
Ama anlaşılan Kılıçdaroğlu bu olaydan da hiçbir
ders çıkartamamış. O hâlâ Dersim gibi bugün yaşadığımız ağır Kürt sorununun kilometre taşlarından biri olan tarihi bir olayı "parti içi bir tartışma" deyip örtbas etmeye, Dersim katliamıyla yüzleşmeyi ertelemeye çalışıyor. Bu yüzleşme gerçekleşmeden CHP'nin Kürt sorununu çözmekle ilgili söylediği her şeyin koca bir riyakârlık olacağını hâlâ göremiyor.