Bedelli askerlik çıkarılmasına gelen
itirazların bazıları haklı noktalara işaret ediyor.
Özellikle de eşit vatandaşlık ilkesine aykırı olduğu yolundaki eleştiriye katılmamak imkânsız. (Ben de zaten bu yüzden, yazdığım yazılarda hep
bedelli askerliğin bir geçiş dönemi modeli olarak kullanılabileceğini, kalıcı ve ilkesel olarak doğru çözümün profesyonel ordu olduğunu belirttim.)
Ne var ki, bedelliye yapılan bir başka itiraz daha var ki, buna katılmak hiç mümkün değil. Katılmak bir yana, sırf bu nedenle bile
bedelli askerlik desteklenebilir.
Daha çok ulusalcı cepheden gelen bu itiraza göre, bedelli askerliğin en büyük zararı Türk milletinin "genetik kodlarına işlemiş olan" asker-millet özelliğini erozyona uğratmasıdır. Onlara göre,
toplumumuzda asker-
sivil ilişkilerinin kendine özgü bir karakteri vardır. Türk milleti asker-millet niteliği taşır. Her Türk erkeğinin zorunlu askerlik yapması, bu milleti millet yapan en önemli özelliktir.
Ordu milleti yoğuran bir
ocaktır. Bu kutsal ocak, "eğitimsiz milletin fikir ve duygularının gelişmesini, ruhunu ve maneviyatını yükseltmek yönünde güçlenmesini sağlar..."
Goltz Paşa'dan bu yana
Osmanlı'dan devralınan ama cumhuriyet tarihi boyunca resmi ideolojinin temellerinden birini oluşturan bu ordu-millet kavramı, orijinal olarak
Alman Colmar von der Goltz'un 1883'te yayınladığı ve
Millet-i Müsellâha (Silahlı Millet) kitabında geliştirilmiş kavramdır.
Şükrü Hanioğlu, Goltz'un ortaya attığı bu kavramı şöyle anlatıyor: "...Goltz bu kitabında sanayileşme sonrası dünyasında "savaşın kaçınılmazlığı"nı vurguladıktan sonra, bu nedenle, geleceğin savaşlarının cephede orduların vuruşması değil silahlanmış milletlerin topyekûn mücadelesi şeklinde geçeceğini savunur. Goltz'a göre bu nedenle ordu
komuta kademesi toplumun örgütlenmesi ve idaresinde daha önemli bir rol oynamalıydı. Bizzat Goltz'un
ıslah ettiği bir kurumda onun zikredilen kitabını okuyarak eğitilen Osmanlı erkân ve ümerası düşüncelerini kuramsallaştıran "Silahlı Millet" fikrini içselleştirmekten öte idealize etmiştir. Son üç kuşak Osmanlı
subay kadrosu kendilerini böylesi bir "millet"in yaratıcısı, bilinç aşılayıcısı ve
doğal idarecileri olarak görmüştür.
Bu kadronun kendine biçtiği doğal toplum liderliği rolünün nasıl icra edileceği alanında iki temel yaklaşım ve
siyaset geliştirilerek uygulanmıştır. Bunlardan birincisi ordunun bir kurum olarak "silahlı millet"in yol göstericisi olması, ikincisi ise subayların geniş çaplı katılımıyla paramiliter karakterli, daha sonraki Arap Baasçılığına benzer bir örgütlenmenin yaratılmasıydı."
Batı terk etti, biz terk edemedik
Osmanlı askeri bürokrasisinin Prusya ordusundan esinlenerek geliştirdiği "silahlı millet" (ve elbette buna bağlı olarak zorunlu askerlik) fikri bugün bu topraklarda hâlâ ateşli savunucular buluyor ama orijinal olarak uygulandığı yerde artık izi bile kalmadı. Çünkü hem savaşların niteliği değişti hem de toplumların...
Avrupa Birliği'nin iki önemli ülkesi olan
Fransa ve İngiltere'de zorunlu askerlik çoktan kalktı. Sadece oralarda da değil;
Hollanda,
İtalya,
Polonya,
İzlanda,
Sırbistan,
İrlanda,
Belçika,
Lüksemburg,
Slovenya,
Slovakya,
İspanya, Çek
Cumhuriyeti,
Macaristan ve
Malta da zorunlu askerliği kaldırarak profesyonel orduya geçti. Zorunlu askerliği hâlâ kaldırmayan az sayıdaki ülkede ise askerlik yapmak istemeyenlere sosyal
hizmet alanlarında görev yapma alternatifi sunuluyor.
Bizim ulusalcılarımız ise hâlâ 100 yıl önceki Prusya
tipi "ordu-millet" anlayışını yaşatmaya çalışıyorlar. Ve hâlâ asker millet olmakla övünüyorlar.
Oysa çağımız milletlerin "savaşkan millet" olmakla değil, "üretken millet", "yaratıcı millet", "eğitimli millet" olmakla övüneceği çağ... Ayrıca bu çağda milletlerin eğitimi okullarda yapılıyor, orduda değil...