Genelkurmay Başkanı
Org. İlker Başbuğ'un basınla buluşmasında sarf ettiği, “
Medya dahil kimse Silahlı Kuvvetler (TSK) üzerinden
siyaset yapmasın. TSK'yı kendi amaçları için kullanmasın. TSK'yı günlük olayların içine lütfen çekmeyin. Bu konuda hassasız. TSK üzerinden siyaset yapılması bizi rahatsız ediyor” sözlerini nasıl yorumlayacağız?
Dün bir meslektaş, bu sözlerden hareketle, “Herhalde koca kurum, kaşarlanmış üç-beş
sivil politikacının, bir-iki gazetenin çağrısına uyarak siyasete müdahil olmuyor?” sorusunu sormuş ve o soruya kendi cevabını, “İşin aslı şu: Bazen toptan, bazen de bir bölümüyle, TSK siyasete müdahale ediyor” biçiminde vermiş.
Sorun galiba bundan biraz daha karmaşık.
TSK'nın anayasası sayılabilecek 'İç Hizmet Kanunu'nun müdahalelere izin verdiği yorumu yapılan ünlü 35. maddesi orada duruyor elbette; son müdahalelerin hepsi o maddeye dayanarak hiyerarşi içerisinde gerçekleştirildi. Bazen “Darbeciler neden yargılanmıyor?” diye soruluyor ya, yargılanmama sebeplerinden biri o ünlü madde işte.
Bir gün gelecek, demokratik bir ülkenin ordusu olduğu gerçeği üzerine gölge düşürdüğü gerekçesiyle, o maddenin kaldırılması bizzat askerler tarafından talep edilecek...
Ancak müdahale etmeye kafası bozulduğu için kendiliğinden kalkışmıyor asker; ünlü maddede müdahale şartı olarak belirlenmiş “Cumhuriyet'in tehdit altına düştüğüne” ve artık 'koruma ve kollama görevi'nin yerine getirilmesinin şart olduğuna inandıracak gelişmeler de gerekiyor.
Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ'un karşısındaki medya mensuplarının gözlerinin içine bakarak, “Medya dahil kimse TSK üzerinden siyaset yapmasın” demesinin sebebi bu...
Askerleri hareketlendiren ve onları “İdareye el koyma zamanı” diye düşündüren basın/medya oldu hep...
Darbecilerin en çalışkanı ve en safı 12 Eylül'ü gerçekleştiren kadronun lideri Org. Kenan
Evren'di. Çalışkandı, çünkü arkasında kendisi gibi düşünenlerin zihinlerini
okuma kılavuzu yerine geçebilecek anı kitapları bıraktı. Saftı, çünkü
darbe öncesi ve sonrasında yaşadıklarını yazarken açık sözlü davranabildi. Evren'in anılarını okuduğunuzda, Aslanlı Kapı'ya dayanıp “Daha ne duruyorsunuz?” sorusunu yönelten politikacılar, işadamları, medya mensupları olduğunu öğreniyorsunuz.
Evren'in son eseri, '12 Eylül'den Önce ve Sonra Ne Demişlerdi? Ne Dediler? Ne Diyorlar?' başlığını taşıyor. Darbe öncesinde kendilerine davetiye çıkardıkları, idareye el koyduklarında yaşlarından utanmadan elini bile öptükleri halde, 'demokrat' görünmek moda olunca karşı safa geçenleri sergiliyor bu kitapta
Kenan Evren...
O kadar geriye gitmeye de gerek yok aslında. 28
Şubat (1997) ve 27
Nisan (2007) dönüm noktalarının öncesini içine alacak bir medya taraması, son iki müdahale girişiminin sivil ortaklarının kimler olduğunu herkese hatırlatacaktır. 28 Şubat süreci, halen 'itibarlı' görevlerine devam eden bir kısım medya mensubu 'andıç' belgelerinde kendilerine biçilmiş rolleri üstlenmeye
gönüllü yazılmasalardı gerçekleşebilir miydi sanıyorsunuz?
Çok iyi tanıdığı ve yıllarca aynı gazetelerde çalıştığı meslektaşları için 'alçak' sıfatını uygun gören yazıları kıdemli yazarlar kaleme aldı, askerler değil...
Bugün de 'iyi saatte olsunlar' görevini yine bazı medya mensupları yapıyor; Genelkurmay Başkanı, “Lütfen TSK üzerinden siyaset yapmayın” ricasında durduk yerde bulunmadı herhalde?
Hadi askerlerin 'İç Hizmet Kanunu' var; peki, onları günlük siyasete çekmeye çabalayan sözüm ona medya mensupları hangi 'etik' yasaya dayanarak bunu yapıyorlar?
Org. Başbuğ'un uyarısı yerinde; karıştırıcı, kışkırtıcı, müdahale davetçisi yazı ve yayınları teşhir etmek medyanın asıl görevi olmalı.