Siyasiler kendi meşreplerinden olmayan gazeteleri ve gazetecileri sevmiyorlar; kendi meşrebinden olanı sevmeyeni bile var.
Askerlerin sevmedikleri gazeteler ve gazeteciler olduğunu zaten biliyorduk; ancak topluca kameralar karşısına çıkıp çatık kaşlar ve
öfkeli sözlerle bunu bütün dünyaya ilân edeceklerini düşünmüyorduk.
Mesleğimiz gazetecilik, böyle bir meslek işte.
CHP veya CHP'liyseniz her dediğinize “Evet” demeyecek, her iddianızı doğru kabul etmeyecek gazeteleri gözünüz görmek istemez; Ak Partililer için de durum CHP'lilerden pek farklı değil.
Şimdi de askerler... Hay
Allah, ne yapacağız?
Yapılacak fazla bir şey yok aslında. Sistemin adı '
demokrasi' ise, ülkenin anayasasında buranın bir 'hukuk devleti' olduğu kayda geçirilmişse, herkes karşısındakine tahammül edecek ve gazeteler ile gazetecilerden ağzı yananlar, haklı olduklarına inanıyorlarsa, haklarını yargı yoluyla arayacaklar... İktidar veya muhalefetin, asker-
sivil bürokrasinin bundan başka yapabileceği bir şey yoktur.
Tekrarlıyorum: Sistemin adı 'demokrasi' ise ve 'hukuk devleti' olma sıfatı anayasada özellikle belirtilmişse,
halkın haber alma hakkını kullanan medyanın özgürlüğü kızanlar tarafından da korunmak zorundadır... '
Ulusal güvenlik', ya da '
terörle mücadele' gibi kavramlar da bu gerçeği değiştiremez.
Farklı davranışların ülkelere neye mal olduğunu tarih kitapları yazıyor. Savaşa giden ülkede 'ulusal güvenlik' kavramı fazlaca vurgulandığı için medyanın yeterince
eleştiri yapmamasının Irak'ta karşılarına çıkan sonuç üzerindeki olumsuz etkileri, bugün ABD'de en çok tartışılan konuların başında geliyor. Seçim gürültüsüne rağmen
Amerika bu konuyu da tartışıyor.
New York Times gazetesinin tarihinde en kara leke, önceden haberdar olduğu halde, John F. Kennedy'nin ricası üzerine, 'Domuzlar Körfezi çıkarması'nı yazmamasıdır. Kennedy de, sonradan, “Keşke yazsaydınız da utanacak duruma düşmeseydim” demişti. Küba'ya yapılan çıkarma başarısız oldu; ülkenin itibarı zedelendi.
Dünyanın her tarafında gazetecilik daha gözüpek bir edayla yapılıyor artık. Aksi olsaydı, Irak'taki Ebu Gureyb
Cezaevi rezaletini de, pek çok ülkedeki siyasi skandalları da öğrenemezdik.
Siyasiler de, asker-sivil bürokrasi de, medyanın halk adına bekçilik yaptığını unutmamalı.
Kısa süre önce 'boykot' çağrıları yapıldığında da belirtmek ihtiyacı duyduğumuz gibi, yalan, yanlış, kasıtlı, abartılı, yamultulmuş habercilik anlayışına verilecek en tesirli
cevap, o tür haberler yapanları tehditle,
baskıyla, sansürleyerek,
akreditasyon uygulayarak, boykot çağrıları yaparak sindirip yok etmek değildir. O yayınlara en tesirli cevabı, yalandan, dolandan, yamultmadan, abartıdan hoşlanmayan gazeteciler ve gazeteler verecektir.
Veriyorlar da...
Sindirip, susturduğunuzda sonuç alabiliyor musunuz? '
Nokta' dergisi ve '
darbe günlükleri' olayı bu sorunun cevabının “
Hayır” olduğunu öğretmiş olmalı. Sahibi üzerindeki baskı dergiyi kapattırdı, ama baskılara sebep olan haberden bütün
Türkiye haberdar bugün.
Genelkurmay Başkanı
Org. İlker Başbuğ'un öfkeli çıkışı, Aktütün'de neler yaşandığı konusunda resmi görüşten başka bir bilgiye sahip olmayan milyonları da
Taraf gazetesinin verdiği ayrıntılardan haberdar edecektir.
Nokta'yı zorlar ve kapatırsınız Taraf çıkar ve yazar, Taraf'ı sıkıştırırsınız, gerçekler bir yerlerden yine dışarıya vurur. Bugünün dünyasında bundan kaçış da kurtuluş da yoktur.
Türkiye bu kadar kazanımdan sonra basın özgürlüğünden fedakârlık edecek değil ya! Özgür basından rahatsızlık duyanlar kendilerini yeni duruma uyarlasalar daha doğru olacak.
Öfke siyasilere yakışmıyor da, askerlere hiç yakışmıyor...