Üç gündür düzeltme bekliyorum; eğer beyanatın düzeltmesi bir yerlerde çıkmışsa aşağıdaki yazıya yazılmamış muamelesi yapabilirsiniz.
ABD
Dışişleri Bakanlığı'nda müsteşar yardımcısı olan Philip
Gordon,
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın G-20 Zirvesi'ne katılmak üzere Kanada'ya doğru yola çıktığı gün, AP muhabirine, Türk-
Amerikan ilişkileriyle ilgili şaşırtıcı bir beyanat verdi. Dediği şu: "
Türkiye'nin NATO'ya, Avrupa'ya ve ABD'ye bağlı kaldığını düşünüyoruz, ancak bunun gösterilmeye ihtiyacı var. Bu konuda insanlar daha önce olmadığı şekilde sorular soruyor. Bu, başlı başına kötü bir durum ve Türkiye'nin ABD'den
destek beklediği konularda ABD'nin destek vermesini zorlaştırıyor."
Diplomatik açıdan anlaşılması hayli zor bir dil bu. Gordon Amerika'nın BM
Güvenlik Konseyi'nde İran'a
yaptırımlar konulurken Türkiye'nin 'hayır' oyu kullanmasını anlamadığını da söylemiş; 'stratejik
ortaklık' kavramına sığmazmış bu davranış...
Amerikan sisteminde Dışişleri Bakanlığı'nda önemli görevler üstlenmek için diplomat olmak gerekmiyor;
Philip Gordon da bildiğimiz anlamda bir diplomat değil... Demokrat Barack Obama'nın Dışişleri Bakanlığı'na getirdiği Hilary Clinton'un Brookings Institution adlı düşünce üreten kurumdan
transfer ettiği bir uzman.
Uzmanlık alanına giren
ülkeler arasında Türkiye de bulunuyor. Philip Gordon
Washington'da Türkiye'yi en iyi bilen uzmanlardan biri olarak tanınıyor.
Türkiye'yi bilen birinin Türkiye'den "Amerika'ya bağlılık beklediğini" söylemesi hayli düşündürücü. Beyanatın ajanslara düştüğü andan bugüne gözlerimin düzeltme arayışına girmesi de bu yüzden. Bir ülkenin veya bir hükümetin bir başka ülkeye 'bağlı kalması' anlaşılabilir bir yaklaşım değil çünkü...
Ne yani Türkiye ile ABD arasında 'Katolik nikâhı' mı var? Ya da Türkiye adamın her dediğine
boyun eğmesi gereken bir '
kapatma' mı?
Ülkeler arasındaki ilişkiler karşılıklı çıkarlara dayanır; çıkarların çatıştığı durumlarda ülkeler kendi başlarına hareket ederler. Her ülkenin dış
politikasının ilkeleri vardır; ilkeler her zaman uyuşmaz, çatışabilir de; öyle ortamlarda her ülke kendi başına hareket eder. ABD'nin güçlü bir ülke olması Türkiye'nin onun her istediğine boyun eğmesini gerektirmez.
Keşke bugünkü Washington yönetimi, önceki dönemin "Ya bizdensiniz, ya da bize karşı" efelenmesini sürdürmek yerine, hiç değilse önemli dönemeçlerde, Türkiye gibi ilkeli
dış politika üretebilen ülkelerin tavsiyelerini dinlese...
Irak'a savaş açma hazırlığı sırasında bunun pişmanlık duyulacak bir macera olduğunu haykırmıştı Türkiye Büyük
Millet Meclisi (
TBMM); Washington o sırada öfkesini yenebilse ve Ankara'dan çıkan itiraza
kulak verebilseydi, Amerikan
vergi mükelleflerine trilyonlarca dolara mal olan yanlış bir savaşa girişmezdi.
Bugün dünyada '
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı' olmak 'Amerikalı' olmaktan daha itibarlıysa, bunun sebebi, Türkiye'nin yanlışlığa karşı çıkabilmesidir.
Ne olmuş yani Türkiye İran'a yaptırım uygulanmasına karşı çıktıysa? 'Evet' demesini beklediği yaptırım paketi hakkında Türkiye'ye önbilgi sundu mu ABD, paketin içeriğini tartışmaya açtı mı? 'Stratejik ortaklık' hiç değilse 'Evet' denilecek konuda bilgilendirmeyi içermez mi?
Türkiye her ihtilâfa önce savaş tamtamları çalarak yaklaşılan 'diplomasi' anlayışından ve bir tarafın 'mutlak bağlılık' beklediği ikili ilişki tarzından yaka silken bir ülke; ABD'de ise bir başkan gidiyor farklı biri Beyaz Saray'a geliyor, ama karşısındakini küçümseyen bakış açısı hiç değişmiyor.
Umarım, Phil Gordon sözlerinin yanlış yansıtıldığıyla ilgili bir açıklama yapmıştır; yapmamışsa sözlerinin incittiğini bilse iyi olur.