Geçenlerde Zaman gazetesinde ilginç bir fotoğraf vardı... Fuar alanı benzeri bir mekanda aynen
bilet kuyruğu gibi uzayıp giden insanlar.
Ön planda bir öbek başörtülü hanım ise, muhtemelen sıradaki eşlerini veya çocuklarını beklemekteler.
Fotoğraf, Amerikalı araştırmacı Helen Rose Ebaugh'un yazmış olduğu '
Gülen Hareketi: Sivil Bir Hareketin Sosyolojik Analizi' adlı kitabın Ankara'daki tanıtımına ve
imza gününe aitti. Habere göre 1'de başlayan program 5'e kadar sürmüş, isteklilere kitap yetiştirilememiş ve yazar da bu ilgi karşısında şaşkınlığını gizleyememişti.
İmza gününün kendisi bile sosyolojik açıdan çok heyecan verici bir olayla karşı karşıya olduğumuzu söylüyor. Muhtemelen görev duygusu ile
dayanışma isteğinin, özgüvenin tescili ihtiyacı ile düpedüz merakın iç içe geçtiği bir ruh halinin yarattığı bir talep p
atlaması bu. Gülen hareketinin başarısının sırrı, bu toprakların tekke/zaviye ağı üzerinden yüzyıllar boyunca yaşatmış olduğu elit üreten kültürel damarın, bu ihtiyacı günümüzün
modern dünyasına entegre etmeyi başarabilen bir
rehber sayesinde ihya edilmesidir. Gülen hareketi insanları sadece kendisi olmaktan çıkararak, onları bizzat kendi gözlerinde daha anlamlı kişiliklere, daha üst bir kültürel ağın kurucu parçaları haline dönüştürüyor. Bu manevi yönü çok güçlü olan bir tür '
sınıf atlama' mobilizasyonu. Toplumsal ihtiyaçlara
cevap veren hizmetler, aynı zamanda söz konusu hizmetlerin taşıyıcılarını farklı bir kültürel derinliğe taşıyarak, hayatlarını kendi gözlerinde anlamlı kılıyor. Ancak aynı etkileşim, paylaşım ve dayanışma ağı, tam da aynı hizmetler üzerinden daha başarılı işadamları, meslek erbabı ve fikrî önderler yaratıyor. Harekete kuşkucu bakanlar paranın nereden geldiğini sorgulamakta haklılar, çünkü bunların çoğu söz konusu dünyayı anlamakta zorlanıyor. Oysa Gülen hareketi, çeperden merkeze akan bir
bağış sisteminin çok ötesinde, doğrudan çeperde kaynak yaratabilen ve bunu iş dünyasının kuralları içinde rasyonel bir biçimde gerçekleştirebilen bir mobilizasyon. Bu kalın damarlar,
rehberlik müessesesinin saygınlığı sayesinde, çok geniş kitlelerdeki tatmin olmamış 'anlamlı işlere katkıda bulunma' isteğinin ifadesi olan sayısız kılcal damarlarla bütünleşiyor.
Kitabı kapışılan Ebaugh da, laik kesimin Amerika'daki temsilcisi olarak finansman sorununun peşinden gitmiş. Aynı zamanda hareketin mensuplarının adanmışlıklarını da anlamaya çalışmış. Bu Amerika'dan bir bakış için epeyce
doğal, çünkü herkes genelde kendi yadırgadığını merak eder... Ancak çoğu araştırmacı için çıkış noktaları bir süre sonra yeni kapılar açan birer anahtara dönüşür. Bugün Gülen hareketini inceleyecek herhangi birinin, bu hareketin ülkedeki ideolojik atmosferden nasıl etkilendiğini ve onu nasıl etkilediğini, hâkim zihniyet ortamı ile nerelerde buluşup ayrıştığını, resmî ideolojinin üretmiş olduğu hegemonyayı ne derece beslediğini ve aynı zamanda ona hangi noktalarda ve araçlarla direndiğini anlamaya çalışması beklenir. Bu hareketin, maneviyatın uç noktalarından maddeciliğin en uzağına kadar nüfuz edebilme özelliğinin yarattığı karmaşık uyum mekanizmalarını ve doğal iç gerilimlerini açığa çıkarması umulur. İstese de istemese de, varlığıyla, var olma biçimiyle ve algılanmasıyla kaçınılmaz olarak bir 'siyasi' aktör olan bu hareketin değişim süreci, nesiller arası farklılaşmaları, Türkiye'nin temel meseleleri karşısında ne tür stratejik duruşlar sergilediği de herhalde her araştırmacının merakını celbedecek kadar ilginçtir...
Ne yazık ki Ebaugh'un çalışması bu derinliğe sahip değil. İstanbul'daki sunuşunda kendisini anlatırken kullandığı tarz ve argümanındaki boşluklar da zaten böyle bir derinliğin beklenmemesi gerektiğini dinleyiciye söylüyordu. Zaman'daki mülakatta hareketin doğuşunu Marksizm ve feminizm gençliği ele geçirmek istemesine ve 'halkın' da bundan korkmasına bağlaması ise ancak gülümseme ile karşılanabilir. Hele hareketin gücünün temelinde bir 'Türk anlayışı olan misafirperverliği' bulması herhalde ancak mizahi bir yoruma tabi olabilir.
Kitabın kendisi de maalesef aynı yüzeyselliğe sahip. Bir dizi görüşmeye dayanarak kitap yazan, ama nesnelliğini kaybetmemek için
Fethullah Gülen'le görüşme fırsatını kullanmayan bu araştırmacı için söylenebilecek tek şey, anlama faaliyetinden korktuğudur. Bunun için kendisini suçlayamayız... Ne de olsa kendisini en iyi yine kendisi bilir. Ama Gülen hareketindeki karar alıcıların bu tür çalışmaların,
psikolojik olarak onlara iyi gelse de, nihayette kendi hanelerine artı yazmadığını görmelerinde yarar var.