İslami duyarlılığı ağır basan siyasi hareketlere ilk kez 1994 yerel seçimlerinde oy verdim. O günden bu yana da, Baskın Oran'ın bağımsız
aday olduğu 2007 genel seçimleri hariç, her düzeyde bu geleneğin partilerini destekledim. Bu hafta sonu bir seyahatte olacağım... Ama eğer oy kullanabilecek olsaydım, yine tereddütsüz bir biçimde AKP'yi desteklerdim.
Bu tutumun ardında
Türkiye'nin siyasi rejiminin süreç içerisindeki tahlili yatıyor. Detaylara ve
küçük fotoğraflara takılı, ilkesel doğruların ardına gizlenmek ve AKP'yi eleştirmek tabii ki mümkün. Öte yandan demokratik değişim açısından bu partinin alternatiflerinden çok daha samimi ve güvenilir olduğunu inkâr etmek güç. Ayrıca son 9 yıl,
Cumhuriyet tarihinin en başarılı iktidarına
tanık olmuş durumda. Özellikle ekonomi, sağlık, eğitim ve dış politikada gelinen nokta hayal edilenlerin çok ötesinde. Bugün bile hâlâ bu alanlarda AKP'nin vizyonu diğer partilerden mukayesesiz biçimde üstün, geniş ufuklu ve dünyaya entegrasyonu hızlandırıcı nitelikte.
Asker ve yargının demokratikleşmesi gibi hayati bir konuda ise AKP rakipsiz. Hatta
Kürt meselesinde bile iktidarın gerçekçi bir çözüme gidiş açısından daha sağlam durduğunu teslim etmek gerek. Hükümetin yanlışlarına, beklentiler açısından hayal kırıklığı yaratan yalpalamalarına, hatta bilinçli engellemelerine karşın, önümüzdeki dönemde bu meselenin taşıyıcısı yine de AKP olacak. Açıkça söylemek gerekirse, zayıf bir AKP, Kürt meselesinin çözümsüzlüğünü, şiddeti ve ayrılıkçılığı besleyecektir. Önümüzdeki dönemde Türkiye adına davranma yeteneği olan ve aynı zamanda rejimin etnik temelli yaklaşımının dışında ve karşısında durabilecek bir iktidara ihtiyaç var.
Ancak bütün bunlar laik kesimden benim gibi birçok kişinin niçin 1994'ten bu yana İslami siyasi partileri desteklediğini söylemiyor. Bunun için geniş fotoğrafa bakmak lazım... Yani dünyadaki değişimin, küreselleşmenin ve demokratlığa doğru zihniyet açılımının Türkiye'ye nasıl yansıdığına... Cumhuriyet rejiminin ve Kemalist ideolojinin 'gerçekte' ne olduğuna... Kamusal alanın nasıl daraltılıp bir imtiyaz sahası haline getirildiğine, nasıl bir
vesayet yapısına dönüştüğüne...
Bu tür değerlendirmeleri bir grup insan 1994'te
sistematik olarak yaptı. Yeni Demokrasi Hareketi, bu değerlendirmenin taşıyıcısı oldu. O süreçte harekete dahil birçok kişinin söyleşileri, makaleleri yayımlandı. Sözü bunlardan birine, kıymeti gereğince anlaşılamamış, bugün bile laik kesim tarafından hazmedilememiş olan bir yazıya bırakıyorum.
"Yerelleşme eğilimi sadece bir başkaldırının, bir tepkinin izdüşümü değil, sistem dışı kaldıklarını düşünen grupların merkeze yürümesidir. Dünün merkezkaç güçleri, bugünün merkez güçleri olmuşlardır...
Refah Partisi bugün bu dağılmayı ya da atomizasyonu çerçeveleyen bir siyasi partidir ve globalleşme politikalarının karşısına yerelleşme politikasıyla karşı çıkmaktadır. Bu şekilde hem şimdilik sistemin
emniyet supabı işlevini yerine getirmekte, hem de önümüzdeki yıllarda Türkiye'nin siyasal ve sosyal yaşamını belirleyecek temel çatışma ekseninin taşıyıcı işlevini üstlenmektedir... Diğer bir ifadeyle, Türkiye'de bugün, yerelleşme dalgası hem bir kimlik talebi, hem sistemin merkezini fethetme girişimi hem de içi boşalmış globalleşme kavramları ve onların yarattığı imajlara bir tepki olarak ifade bulmakta... Bu geçiş döneminin sonunda Türkiye'nin üç ihtimalle karşı karşıya kalması mümkündür. İlk ihtimal dağılma ve bölünme ya da siyasi kırılma sürecidir. İkinci ihtimal, Refah Partisi'nin popülist bir yaklaşımla iktidarı ele geçirip totaliterleşmesidir. Üçüncü ihtimal ise yerellik globallik kutupları arasında bir bağ kurulmasıdır... Sosyolojik olarak en güçlü ihtimal budur. Çünkü, yerel eğilimlerin ardında yatan taleplerle globalleşme mantığı temelde birbirini kucaklamaktadır. Yerel talepleri tanıyan, kucaklayan ve bunu kimlikler arası bir toplumsal
sözleşme bazında yapmaya yönelecek bir siyasi oluşum Türkiye'nin en acil ihtiyacı olarak karşımızdadır."
Bu sözler Ali Bayramoğlu'na ait. Tam 17 yıl önce Türkiye Günlüğü'nün nisan sayısında yayımlanmış ('Globalleşme Yerelleşme Gerilim Hattı'). Değişim sürmüş, kimlikler arası toplumsal sözleşmeden, anayasal vatandaşlık temelli bir toplumsal sözleşmenin eşiğine gelinmiş. Ama temel değerlendirme, içgörü ve
analiz sağlamlığıyla karşımızda duruyor. İslami duyarlılık siyaseti de kendi içinde dönüşüp, kuşatıcı bir senteze gelmiş, yerelle globali bütünleştirmiş durumda. Globali kullanarak yereli ezen bir ülkeden, yerelin globalleşmesi noktasına gelindi. Bu sürecin engellenmemesi, desteklenmesi lazım.