Üniversite sınavları nasıl yapılmalı?


Nasıl yapılmamasını biliyorum da, nasıl sorusuna cevap vermek kolay değil. Yükseköğretime Geçiş Sınavı sonrası yaşananları tüm Türkiye takip ediyor. Elimdeki olmayan verilerle böylesi çok önemli bir tartışmaya katılmak istemedim. Ama, “işgüzarlık, beceriksizlik” gibi ifadelerin bizzat sınavın en sorumlu kişisinin ağzından duyulması doğrusu çok şık olmadı. Yukarıda belirttiğim gibi elimde olmayan verilerle bu tartışmanın daha ötesine gitmeyeceğim. Ancak, bu yaşananların bize, aslında senelerdir gerçeği görmek istemeyenlere çok önemli şeyler öğretmesi gerekiyor. Öncelikle de “bir musibet bin nasihate bedeldir” sözünü. Üniversiteye geçiş sınavına bir milyon yedi yüz bin kişi katıldı. Dört senelik üniversitelere genel ve biraz da fiktif anlamda yaklaşık iki yüz elli bin öğrencinin, reel anlamda ise taş çatlasa otuz bin kişinin gireceğini daha önceki yazılarımda yazmış idim. Bu arz ve reel talep durumu gözönüne alındığında yükseköğretime (dört senelik üniversitelere) geçiş meselesinin çok ama çok önemli bir sorun olduğu zaten çok belirgin. Son YGS sınavının bize öğrettiği ise bu eleme mekanizmasının böyle olmaması gerektiği. “Böyle olmaması gerektiği” derken merkeziyetçi bir eleme sistemini kastediyorum. Son YGS sınavının bize hiç göstermediği ise bu eleme mekanizmasının, ya da popüler tabirle algoritmasının (kelime, dahi arap matematikçi Al Harezmi’nin isminden türemiştir) nasıl olması gerektiğidir. Artık, ne mutlu bize, bu kadar merkezi bir sınav sisteminin sayısız soruna gebe olduğunu ve olacağını biliyoruz. Ama yerine, özellikle bizim kültürde, ne koyacağımızı tam bilemiyoruz. Ama artık bu sorunu açık açık tartışmanın galiba tam da zamanı. ABD’de de her sene üniversitelere girmek isteyen öğrenci sayısı ve üniversitelerin kontenjan arzı çok yüksek. Ortalama bir oran vereceğim, kontenjan arzı talebin yaklaşık yarısı. Bu “yarısı” ifadesi tam da doğru değil, sadece bir yaklaşım, zira ABD’de kontenjan arzı ve talebi piyasası çok katmanlı bir piyasa. Harvard, Princeton, Yale, MIT piyasası ile adlarını bile bilmediğimiz, duymadığımız, binlerce kolej piyasası, bu piyasalarda arz-talep makasları çok farklı. Ancak, yine de, her piyasada, makas açıklığı ne olursa olsun, talep fazlası veren bir piyasa var. ABD bu talep fazlası meselesini kendine özgü yöntemlerle bir biçimde çözümlüyor. Bu satırların yazarı bu çözüm yönteminin muhtemel yöntemlerden en iyisi olduğunu düşünüyor. ABD’de yükseköğretim görmek isteyen herkes SAT (skolastik yetenek testi) adı verilen çok iyi biçimlendirilmiş bir sınav alıyor, sınav merkezi olarak veriliyor ama aynı anda verilmiyor, her aday istediği kadar ve istediği zaman bu sınava girebiliyor. Her üniversite, kendini piyasada konumlandırdığı yere göre bir asgari SAT puanı (baraj) açıklıyor ve adaylar bu baraj dahilinde istediği üniversitelere başvuruyor, üniversiteler de kendi öğrencilerini dosya üzerinden kendileri seçiyorlar. Bizde böyle bir sistemin kısa vadede ne gibi kayırmalara neden olabileceğini görmek için kahin olmaya gerek yok ama orta ve uzun vadede de bizim ülkemizin bu tür bir seçme sistemine yöneleceğine bence kuşku yok. En temelinde iki gerekçe ile; birincisi bu çapta bir merkesi sınavın (YGS) çok sorunlu olmasından, ikincisi de kendi öğrencisini seçemeyen üniversiteye üniversite denemeyeceğinden. Bu son sınavda yaşananlar bu tartışmaları gündeme taşıdığı ölçüde hayırlı olmuştur kanısındayım.
<< Önceki Haber Üniversite sınavları nasıl yapılmalı? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER