Yazımın başlığı çok uzun oldu, farkındayım, sahife editörleri beni bağışlasınlar.
Salı günü (20
Nisan) sabahı
Hürriyet dahil altı-yedi
gazete karıştırıyorum; ilk dikkatimi çeken Hürriyet gazetesi köşe yazarlarının üçünün, dördünün
koro halinde ülkemizin lilberal demokratlarına sataşmaları oldu.
Bu durum yeni bir durum da değil, sadece Hürriyet’e özgü de değil; ülkede tartışılabilecek, okurun bilgilendirilebileceği adeta sayısız konu varken bir koro halinde liberallere sataşmanın mantığını işin doğrusu çözmek kolay değil ama belli tahminler yürütebiliriz.
Benim en genelinde kanaatim liberal demokrat yazarların, en azından 28
Şubat günlerinden bugüne, konumlanmalarının, öngörülerinin sözde ulusalcı, sözde
modern, sözde çağdaş, sözde aydın yazarlara oranla çok daha isabetli çıkmasının bu sonuncular üzerinde yarattığı bir eziklik
olabileceği yönünde.
Bu konuyu bir köşe yazısına taşımak istemiyordum ama iki gün önce (
Çarşamba) yaşanan gelişmeler, özellikle 2006 menfur
Danıştay cinayeti konusunun yeniden gündeme gelmesi beni çok da bayılmadığım, olabildiği ölçüde kaçınmak istediğim bu polemik yazısını yazmaya yönlendirdi.
Herkes konuyu biliyor herhalde ama bir kez daha hatırlatmak gerekir ise 2006 senesinde o menfur Danıştay cinayeti işleniyor, Mustafa
Yücel Özbilgin kalleşce
hedef seçiliyor; o dönemde (muhtemelen bugün de öyledir) Danıştay binasının, hakimlerin güvenliğini
OYAK Savunma ve
Güvenlik Hizmetleri A.Ş. isimli bir şirket sağlıyor (!). OYAK bildiğimiz
Ordu Yardımlaşma Kurumu yani askerlerin yönettiği bir güvenlik şirketi söz konusu.
Menfur cinayetin işlendiği gün o tarihte bizlere aktarılan bilgiye göre
güvenlik kameraları çalışmıyor imiş; bir güvenlik şirketi düşünün ki, silahlı bir adam elini kolunu sallayarak güvenliği sağlanan (!) Danıştay binasına giriyor, bir yargıcı
öldürüyor, başkalarını yaralıyor, kaçarken de tesadüfen bahçede yakalanıyor ve o gün de tesadüfen kameralar arızalı.
Çarşamba günü basına yansıyan
TÜBİTAK kökenli bilgiler ise kameraların çalışmadığı değil, hard diskten görüntülerin iradi bir biçimde silindiği yönünde.
İşte size nur topu gibi yeni bir
Ergenekon olayı; askerler de (OYAK) yine tesadüfen
işin içinde.
Dönelim Hürriyet ve başka gazetelerin sözde modern, sözde çağdaş yazarlarının ülkemizin liberal demokratlarına, yazacak binlerce konu varken, sataşma konusuna.
Bu ilginç sataşma konusunun kökenini iyi anlamak için internet ortamından söz konusu menfur Danıştay cinayeti günlerinin gazetelerine bir dönelim ve kimler yani bu sözde çağdaş, sözde modern yazarların yorumlarıyla liberal demokratların konuya ilişkin yorumlarını bir mukayese edelim.
Ortada çok açık ama açık olduğu kadar da ciddi bir mesele var; bu sözde çağdaş, sözde modern yazarlar için, mesela bu Danıştay cinayeti yorumlarına ilişkin üç ihtimal mevcut.
1-Olan biteni anlayamayacak kadar birikim ve minimum zekadan yoksunlar.
2-Bir çetenin medyadaki görevlileri olarak (
kilit haberleşmeciler) faaliyet gösteriyorlar.
3-En iyi ihtimal: Çok büyük bir hata
yaptılar.
Bu üç ihtimalin de uzantısı olmalı.
1- Olan biteni göremeyecek kadar
bi-idrak gazetecilere artık o köşeler emanet edilmemeli.
2-Bir çetenin uzantıları iseler bu iş zaten savcıların işidir.
3-En iyi ihtimalin yani büyük bir hatanın uzantısı ise bugün bu gazetelerin, bu gazetecilerin açık açık hepimizden özür
dilemeleri olmalıdır.
Ancak görevli olmayanlar özür dileyebilirler; bakalım kaç kişiler?
Aynı ihtimaller dönemin (
Mayıs 2006) Cumhurbaşkanı, YÖK başkan ve üyeleri, rektörler, yüksek yargıçlar, vs. için de geçerlidir.
Menfur cinayetin Türkiye’nin 11 Eylül’ü olmadığını o gün de, bugün de görmemek için illaki Hürriyet yazarı mı olmak lazım?
Menfur cinayetten dört sene sonra dahi o gün olayı çarpıtanların bugün (
Perşembe, 22 Nisan) TÜBİTAK raporunu görmezden gelmeleri de (bakınız malum gazeteler) ibretlik bir gazetecilik olayı.