Dil altı bakla


12 Haziran günü Taraf gazetesinde yayınlanan “AK Parti ve Gülen’i bitirme planı”nın altındaki imzanın gerçek imza olduğunun, Albay Dursun Çiçek’e ait olduğunun Adli tıp raporu tarafından belirlenmesi sonrası bazı basın organlarında çok ilginç yayınlara ve ifadelere rastlıyoruz. Bir grup gazeteci ve köşe yazarı zaten ilk günden beri bu tür yasadışı ve gayrimeşru girişimlerin TSK bünyesinde bir yerden çıkmasının şaşırtıcı olmadığını, yakın geçmişte de yaşandığını, Allah’ın TSK’yı yakışan iftiralardan koruması gerektiğini yazdılar. İkinci bir grup gazeteci-köşe yazarı, sayıları çok fazla değil, daha “cool” davrandılar ve yorum için yargı sürecinin ya da yasal delillerin çıkmasını beklediler; bu gruptakiler son ıslak imzabelgenin ortaya çıkması sonrası da, Allah var, daha düzgün davranıyorlar. Ama tekrar ediyorum, bu grup çok küçük bir grup. Üçüncü bir gruptakiler ise, sayıları az değil, Hürriyet, Milliyet, Akşam, Cumhuriyet gazetelerinde daha fazla görülüyorlar ama şefleri Radikal’de, daha ilk günden beri bu işin komplo olduğunu ısrarla yazıyorlar; ıslak imza kanaatlerini değiştirmedi, hatta “ıslak imza makinesi geyiği”ne sarılarak kanaatlerini daha bir pekiştirdiler. Arada başka küçük grupçuklar olabilir ama ben bu yazımda bu üçüncü son grubun dilinin altındaki bir baklayı gündeme getirmek istiyorum. Aslında bu grubun mümtaz gazetecileri yavaş yavaş bu baklayı dillerinin ucuna da getirmeye başladılar; bir örnek Cumartesi (31 Ekim) günkü Hürriyet gazetesinde Sayın Yılmaz Özdil’in köşe yazısı. Bu arkadaşlar, yani üçüncü grup gazeteciler grubu önce yasal süreç tamamlanana kadar bu ıslak imzalı belgenin de sahte olduğunu söyleyecekler, imza makinelerinden falan bahsedecekler, yani son ana kadar direnişlerini, cuntacıları korumayı sürdürecekler. Ancak, bu üçüncü grup, her şey bittikten, herhangi bir yasal tereddüde mahal kalmadıktan sonra yeni bir pozisyona geçecekler ve işte o zaman baklayı ağızlarından çıkaracaklar. Bu arkadaşlar aslında bugün dahi bu belgenin gerçek olduğunu biliyorlar; bu arkadaşlarla anlaşamıyoruz diye bunları salak yerine koymamak lazım. Yasal süreç sonlanmadığı için şimdilik son bir umutla “kedidir kedi” demeyi sürdürüyorlar. “Kedidir kedi” denemeyeceği anda da bakla ağızdan çıkacak ve bu tür planların TSK tarafından hazırlanmasının aslında normal, hatta gerekli olduğunu, ortada bir suçun olamayacağını yazacaklar. Bu dehşet gerçeğe çok yakın bir süre sonra toplum olarak, şaşkınlıktan on parmağımız ağızımızda, şahit olacağız. İşaretler şimdiden geliyor; Atatürk’ün hitabelerinden alıntılar, Askeri İç Hizmet Yasası’nın 35. maddesine yapılan atıflar, “belge gerçek bile olsa eyleme geçilmediği sürece bir suç değildir” türü olmayan hukuk nobeline aday değerlendirmeler malum zevadın yazılarında göze çarpmaya başladı bile. Bendeniz meselenin bir biçimde buraya geleceğine eminim; birileri, sayıları da az olmayacak, mutlaka sütunlarından “ne var yani, Anayasa Mahkemesi’nin irticanın odağı olarak saptadığı bir partiye karşı böyle şeyler yapılmasın mı?” deme cüretini de gösterecekler. İşte o zaman, bakla dil altından tam çıktığı zaman, dananın kuyruğu kopacak. Basında bir çok demokrat, hukuka saygılı kalem, bu insanlarla, açık darbe çığırtkanlarıyla hala aynı büyük basın şemsiyesi altında olmaktan zul duyduklarını güçlü sesle dile getirecekler. Ya onlar gidecek, ya onlar. Genellikle bu tür tasfiye hareketlerinden çağın ruhunu ıskalayanlar, tiksindirici darbe özlemlerini ulusalcılık, kemalizm şapkası altında pazarlayanlar olumsuz etkilenir diye düşünüyorum. İlginç bir sürecin içine girdik bile; haydi hayırlısı.

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER