Aslında bugünün konusu Sayın Koşaner’in açıklamaları, bu açıklamaları kabullenmesi ama bu konudan fena halde sıkıldım; Sayın Koşaner’in bu konuşmaları üstlenmesi, gocunacak, saklayacak bir şeyimiz yok demesi başlı başına bir skandal.
“İç Hizmet Kanunu madde 35’i değiştirseler ne olur, değiştirmeseler ne olur, biz bildiğimizi okuruz” ifadesindeki cüreti, “
Sayıştay yasası değişti, parasal konularda artık daha dikkatli olmak lazım” diyebilmesi, vs. bence bu aşamadan sonra bizlerin değil savcıların görev alanına giriyor.
Bu konuya belki yine dönerim ama Sayın Koşaner’in konuşmasında BENİ EN ÇOK RAHATSIZ EDEN MESELE, konuşmanın, ne kadar samimi bir ortamda yapılırsa yapılsın, bir
Genelkurmay Başkanı’na asla yakışmayacak düzeyi; böyle Genelkurmay Başkanları’nı nasıl üretti bu
sistem, bunu sorgulamak lazım. Bir orgeneral, konuşmasında “Polisle, itle, MİT’le...” gibi bir fade kullanabiliyor ise, burada
siyaset biter, düzey konusu gündeme gelir.
Bu yazıyı yazdığım Pazar sabahının en önemli haberi, Koşaner’in o çok düzeysiz konuşmasından çok daha önemli ve olumlu olmak üzere, 27
Ağustos tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan tarihi bir
Kanun Hükmünde Kararname (KHK).
KHK’ya göre,
Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının yönetimlerinde oldukları
azınlık vakıflarının 1936 tarihinde deklare ettikleri taşınmazlarının tümü nihayet kendilerine iade ediliyor; üçüncü kişilere bir biçimde (?) intikal etmiş taşınmazların da bedelleri rayiç bedel üzerinden yine aynı vakıflara ödenecek.
28038 sayı ve 27 Ağustos 2011 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan bu KHK
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin bir utanç sahifesini geç de olsa kapatıyor; umarım
uygulamada
Maliye Bakanlığı can sıkıcı sorunlar, engeller çıkarmaz.
Bu KHK için Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne ve
doğal olarak da en başta Sayın Erdoğan’a ne kadar teşekkür edilse yeridir; azınlık vakıflarına senelerdir uygulanan insanlık, mantık, izan dışı bu uygulama böylece sona eriyor ve böylece bizler de bu yurttaşlarımızın suratına daha az utanarak bakabileceğiz.
Ortalarda bir de “bu mesele bir mütekabiliyet meselesidir” diyebilen cahil vicdansızlar var; bir devlet kendi yurttaşlarına karşı mütekabiliyet esasını işletemez, rahmetli Hrant Dink’in çok veciz bir biçimde söylediği gibi azınlık yurttaşlarımız rehineler değildirler.
Bu KHK’nin çıkmasında belirleyici olan AİHM’in de önemi bir kez daha
tescil edilmiş oluyor; tabi, görmek, anlamak isteyen vicdan ve izan sahipleri için.
Nihayet çözüm yoluna giren azınlık vakıfları meselesi ile
Kürt meselesi özünde aynı sorunlar.
Bu sorunların ortak paydası Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hala ve hala hukuksal, anayasal bir yurttaşlık tanımını, anlayışını benimsememiş olması (
Anayasa madde 66).
Türkiye, anayasal yurttaşlık ilkesini özü ve sözüyle benimsediği anda bir dizi sorununun hiç tahmin edemeyeceği ölçüde kolay çözüldüğüne şahit olacak.
Türkiye çok geniş ve kozmopolit bir imparatorluğun mirasçısı; bu ülkede
Kürtler,
Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Çerkezler, Türkler, Araplar vs. yaşıyor ve iyi ki de bu geniş yelpaze içinde yaşıyorlar ama ortada aklı başında herkesin gördüğü bir de sorun var.
İmparatorluk sonrasının sorunlarını bu kadar katı, kısıtlayıcı bir milliyetçilik anlayışı ile, mesela “Ne mutlu Türküm diyene” ilkesiyle çözmek istediğinizde, bir süre işler yürür gibi gözüküyor ama arkasından çığ üzerinize geliyor.
Azınlık vatandaşlarımızın, Kürtlerin, kendini Türk hissetmeyen herkesin Cumhuriyet döneminde başına gelenler anayasal vatandaşlık ilkesinin özüyle ve sözüyle yokluğundandır.
Bu devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıdır, bu yurttaşın ortak bir sıfatı yoktur, her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı kendisine isterse Kürt, isterse Türk, isterse Rum, Arap, Çerkez vs. der, ortak nokta, isterseniz ortak üst kimlik de diyebilirsiniz, vatandaşlık bağıdır.
Birileri üst kimliğin hukuksal bir kimlik olmasından rahatsız olabilir;
aspirin alsınlar.
70 küsur milyon vatandaşın ortak paydası ne Türklüktür, ne de dindir, sadece anayasal vatandaşlıktır.
Bu zordur ama bu kez
Osmanlı mirasçısı olmamızı iyi değerlendirelim, zoru başaralım, ortak paydaya ne kavmiyetçiliği ne de inancı getirelim; anayasal vatandaşlık tek çözümümüzdür.
Herkese ve tabi ki, kavim kültürlerine, her türlü inanca, kamu düzenini bozmama evrensel ilkesi çerçevesinde, her türlü özgürlüğü en geniş anlamıyla tanıyarak.