“SUN”, İngiltere’nin en yüksek tirajlı tabloid
gazetelerinden biridir.
“Sun’un eski Genel Yayın Yönetmeni Rebekah Wade iyi dostumdur.
Geçen yıl Davos’ta Bild’in Genel Yayın Yönetmeni Kai Diekmann, Rebekah Wade ve ben öğle yemeğinde uzun bir sohbet yapmıştık.
Bu yaz başında Murdoch’un Londra’da verdiği partide de birlikteydik.
Wade şimdi Murdoch’un
İngiliz gazete grubunda daha yüksek bir göreve geldi.
Dün, onun genel yayın yönetmenliğini yaptığı gazetenin kapağı olduğu gibi İşçi Partisi’nin başarısızlığına ayrılmıştı.
Ayrıca bir yazı ile gazetenin İşçi Partisi’ne verdiği desteğin de sona erdiği ilan ediliyordu.
Anlgosakson demokrasisinin çarpıcı özelliklerinden biri budur.
Gazeteler, açık bir şekilde hangi partiyi
desteklediklerini okuyucularına ilan ederler.
Her gazetenin okuruyla ilişkisini, kendi yayın çizgisi
tayin eder.
Başka gazetelerde çalışan birtakım gazeteciler de bütün hayatlarını, başarılı büyük gazeteciler üzerine yazdıkları abuk sabuk yazılarla geçirmezler.
* * *
Murdoch grubunun İşçi Partisi’ne desteğini çekmesi ile ilgili haberi okurken biraz gerilere 1980’li yılların sonuna döndüm.
Yöneticilik hayatımın en çarpıcı olaylarından birini o günlerde yaşadım.
Hürriyet’in o günkü sahibi
Erol Simavi, gazete kâğıdı üzerindeki fon kesintileri yüzünden çok kızdığı
Başbakan Turgut
Özal’a
zehir zemberek bir açık
mektup yazmıştı.
Bu yazıyı Hürriyet’in o günkü Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç kaleme almıştı.
Özal’ın geçirdiği by-pass ameliyatı yüzünden
akıl melekelerini kaybettiği iması bile vardı.
* * *
Ben Özal’a çok yakın bir gazeteciydim ve bu yazıyla hiç mutabık değildim.
Yazıya hem Hürriyet okurlarından hem de Özal’a kızan çevrelerden çok büyük destek geldi.
Ama ben
Ankara temsilcisi olarak çok mutsuzdum ve Özal’la bütün ilişkilerimin koptuğuna inanıyordum.
O
akşam saat 23 sularında evimin
telefonu çaldı. “
Başbakanlık Konutu’ndan” aranıyordum.
Özal, “Ne yapıyorsun” diye sordu.
“Çok üzgünüm Sayın Başbakan, bunun olmasını hiç istemezdim” dedim.
“Boşver, sen şimdi beni dinle” dedi ve arkasından beni hayretler içinde bırakan şu sözleri söyledi:
“Sen şimdi gazetenin tepesindeki bu yazıya bakıp, Başbakan Hürriyet’i sildi, artık benim telefonuma bile çıkmaz diye düşünürsün.
Hayır. Hürriyet ve sen başkasın, İstanbul’daki o iblisle, Zürih’teki o iblis başka. Bana her gün telefon edeceksin ve ben de her gün senin telefonuna çıkacağım.”
Tahmin edeceğiniz gibi, İstanbul’daki “iblis” rahmetli Çetin Emeç, Zürih’teki ise patronum
Erol Simavi’ydi.
Bu sözleri sıkıntılı bir şekilde dinledim.
Özal dediğini yaptı.
Öldüğü güne kadar ne zaman arasam telefonuma çıktı ve onunla bu ilişkim, gazetecilik kariyerimde yükselmeme çok büyük katkıda bulundu.
Ben, bazı gazetecilerin bana “Özköşk” adını takmasına neden olacak kadar Özal’a yakın bir gazeteciydim.
Buna karşılık Hürriyet’in bazı manşetleri ve bazı yazarları Özal’a çok
muhalifti.
Ama bu durum Özal’ın Hürriyet’i dışlamasına neden olmadı.
Öldüğü gün en sıcak ve etkili manşeti Hürriyet attı.
* * *
Normal demokratik ülkelerde gazetelerin
iktidardaki partileri desteklemesi kadar muhalif olmaları da normaldir.
Murdoch’un gazeteleri yıllardır İngiltere’deki iktidar partisini destekliyordu.
Şimdi bu
ittifak bozuldu.
Ama emin olun orada hayat hiç değişmeyecektir.
İnsanlar o gazeteleri almaya devam edecek, Murdoch’un gazeteleri muhalefet yapmaya başladığı için cezalandırılmayacaktır.
En önemlisi, o ülkede İşçi Partisi’ni destekleyen gazetelerdeki gazeteciler de çıkıp Sun’ı, London Times’ı yapan gazetecileri patronlarına jurnallemeyecektir.
Demokrasilerin
olağanüstü hali yoktur.
Dolayısıyla medya için de olağanüstü hal rejimleri yoktur.
Bu gerçeği önce, ilerde bu dönemin “jurnalcileri” olarak hatırlanacak gazeteciler fark etmelidir.