Gazeteciliğe ilk başladığım yıllarda "
Birleşmiş Milletler
Nüfus ve Kalkınma" konferansını
izleme fırsatı bulmuştum.
Kahire'de
Eylül 1994'te gerçekleştirilen konferans çok ses getirmişti.
Sivil Toplum Kuruluşları (STK)'nın da öne çıkmaya başladığı ilk dev konferanstı.
Kalkınma ile nüfus artış hızı arasında paralellik ortaya konuyordu.
Nüfus artış hızı düşük olan
ülkelerde, kişi başına milli gelirle birlikte eğitim ve kamu hizmetleri de artıyordu.
Bu sebeple, nüfus artış hızı yüksek olan gelişmekte olan ülkelerle, az gelişmiş ülkelere nüfus planlaması önerildi.
Türkiye de bu ülkeler arasında yer aldı.
Konferans boyunca STK'lar arasında adeta
kavga yaşandı.
Muhalif gruplar, konferans salonları girişlerinde ABD
Ulusal Güvenlik Konseyi'nin 1974'te Henry Kissenger döneminde aldığı bir kararı da dağıtıyorlardı.
"NSSM 200" (Ulusal Güvenlik Çalışma Momerandumu-200) olarak bilinen belgede, 13 "
yoksul" ülkedeki hızlı
nüfus artışının, ABD'nin gelecek çıkarlarını tehdit ettiği ifade ediliyordu.
Çözüm olarak da aralarında Türkiye'nin de bulunduğu bu 13 ülke başta "
aile planlaması" politikalarının teşviki ve desteklenmesi öneriliyordu.
Söz konusu "andıç"a bugün internet ortamında da ulaşmak mümkün.
***
15 yıl geçti.
Ancak parametreler ciddi oranda değişti.
The
Economist dergisi geçtiğimiz haftaki
kapak konusunu gelişmiş ülkelerin nüfuslarındaki düşüşe ayırdı.
Ülkeler
ekonomik olarak geliştikçe, şehirleşme ve kadın çalışan oranı da artıyor.
Buna paralel kadın
doğum oranları düşüyor.
Mesela,
İngiltere 1800-1930 arasında yani 130 yılda kadın doğurganlık ortalamasını 5'ten 2'ye düşürdü.
Güney Kore ise 1965-1985 arasında 20 yıl içerisinde bunu gerçekleştirdi.
Gelişmiş ülkelerin çoğu bugün ciddi bir krizle karşı karşıya.
BM rakamlarına göre, nüfusun dengede kalabilmesi için kadın doğum ortalaması 2.1'in altına inmemeli.
Oysa bugün 2,9 milyar insan bu rakamın altında ve eşiğinde olan ülkelerde yaşıyor.
The Economist doğum oranında düşüşü kutlamanın "Titanic'in kaptanını, buzdağına doğru ağır ağır yol alırken
tebrik etmeye benzediği" tespitinde bulunuyor.
***
ABD istihbarat örgütlerinin yeni hazırladığı "
Küresel Trendler-2025" raporu da aslında bu konuda çarpıcı değerlendirmelere yer veriyor.
Rapora göre, gelişmiş ülkelerde 2010'da dört çalışana bir
emekli düşerken, 2025'te bu oran üç çalışana bire düşecek.
Japonya için durum biraz daha vahim.
15 yıl sonra çalışma yaşındaki her iki çalışana bir emekli düşecek.
Yine aynı rapora göre 2025'e kadar dünya nüfusu 1.2 milyar artacak.
Bunun sadece yüzde 3'ü gelişmiş ülkeler,
Avrupa, ABD,
Kanada, Japonya,
Avustralya ve Yeni Zelanda'da gerçekleşecek.
***
Nüfus ve
kalkınma arasında garip bir çelişki daha öne çıkıyor.
Ülkeler ekonomik
büyüme olarak en parlak dönemlerini, "baby boom" olarak bilinen nüfus patlaması yıllarının ardından yaşıyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa,
Vietnam Savaşı sonrası
Amerika gibi...
Ancak ABD doğurganlık ortalamasını 2.1'in üzerinde tutarken, Avrupa'nın çoğu ülkesi bunu başaramadı.
Bu nedenle gelecek projeksiyonu yapan birçok inceleme, ABD'nin büyük güç özelliklerini sürdüreceğini, birçok Avrupa ülkesi ve Japonya'nın duraklama ve hatta gerileme sürecine gireceğine dikkat çekiyor.
Kissenger'ın tehdit gördüğü 13 ülke arasında yer alan Türkiye'nin doğurganlık oranı da 3'ün altına indi.
Tahminlere göre, Türkiye nüfus artışı 2050'de eksiye dönecek.
Hiçbir zaman da 90 milyonu geçemeyecek.
Tabii
Başbakan Erdoğan'ın "en az 3 çocuk" tavsiyesi tutarsa durum değişebilir.
15 yılda çok şey değişiyor...