Şike iddianamesi açıklandı.
Federasyon adım atmamakta ısrarlı.
Amatör küme
takımları için, yerel kanalların maç kayıtlarını izleyerek "küme düşürme" cezası veren Federasyon, ortada onca
delil varken, Süper Lig takımlarına ceza vermemek için direnmeye devam ediyor.
Bu yolla bazı takımlara haksız
kazanç sağlanmaya devam edildiği gibi,
futbol ahlakı ve seyir keyfi de vurulmaya devam ediliyor.
"
Fair Play" sadece sahada
rakip oyuncuya faul yapmamaktan mı ibaret?
Penaltı alabilmeye yönelik kendini yere bırakarak hakemi aldatmaya çalışan futbolcuya bile
kart cezası var.
Şike yaparak 90 dakika boyunca milyonları aldatan oyuncu ve takımlara neden ceza yok?
Top yuvarlak ama futbol kuralsız değil ki...
Federasyon istediği kadar
deve kuşu misali başını kuma gömsün.
Futbolun ekonomisinden ya da yayıncı kuruluşun mağduriyetinden dem vursun.
Sanki yayın ihalesine büyük takımlar küme düşmeyecek garantisi ile çıkılmış gibi.
Sahi dört büyük kötü oyunları neticesiyle ligden düşse ne yapacaktınız?
Mesela
Galatasaray geçtiğimiz
sezon biraz daha kötü bir futbol oynasaydı, küme düşme mi kalkacaktı?
Asırlık
efsane River Plate bile küme düştü.
Şampiyonlar Ligi Şampiyonu ve
UEFA Kupası sahibi Juventus'a küme düşme cezası verildi.
Ne
Brezilya ne de İtalyan futbolu kaybetti.
Federasyon bilsin ki, dünyaya kendini anlatamayacak.
Korkarım bir iki kulübü kurtaralım inadı yüzünden
Türkiye'yi yakacaklar.
Sadece kulüplerimize değil Milli Takım'a da ağır cezalar getirtecekler.
UEFA Genel Sekreteri Gianni
İnfantino önceki gün bir kez daha açıktan ve net ifadelerle uyardı:
"İddialar çok ciddi ve çözülmesi gerekir. Böyle icraatlar futbolun içinde olamaz."
Futbol Federasyonu Etik Kurulu Başkanı Prof.
Oğuz Atalay da
destek verdi:
"Spor hukukunda hız çok önemli. Tahkim karar verebilir. Kimse
tazminat davası da açamaz."
Etik Kurulu'nun
şike iddiaları konusunda bir
rapor hazırlayıp yönetime sunduğu ve bazı takımlarla oyuncular için ceza önerdiği biliniyor.
Federasyon, Etik Kurulu raporunu da iddianameyi de UEFA'nın uyarılarını da sümen altı ediyor.
Görünen o ki, sorun Futbol Federasyonu'nun üst yapısından kaynaklanıyor.
Federasyon'un bir numaralı isminin düşme ihtimali olan takımın "
başkan adayı" olduğu ve iki numaralı isminin "
şike davası"nda
sanık olduğu düşünülürse bu garip tutumun nedenini bir miktar anlamak mümkün oluyor.
Ancak hak vermek mümkün değil.
Federasyon, suçluyu koruyarak, UEFA'dan takımlarımız ve Millilerimiz'e ağır ceza aldırarak yeni bir suç işlemiş olur mu?
Savcılar bakmadan, futbolseverler ve yöneticiler bir kez daha düşünsün.
**
Reklamveren de
reyting kurbanı
Türkiye'nin çok tartışılan "reyting" (izlenme oranları) konusu da adli bir soruşturmaya neden oldu!
Reytinglerle oynanıyor mu?
Görünen o ki, bunun onlarca yolu var.
Ölçümün yapıldığı frekanslarla oynamak,
hacker kullanmak, kırpıntıyı istenilen diziye aktarmak, denekleri belirli düşünce yapısına göre belirlemek, belirli kanal ve dizileri izlemeyen denekleri değiştirmek, vs...
Savcılık soruşturması, bu tarz hilelere başvurulup vurulmadığını ortaya koyacak.
Ama reyting sistemi mevcut yapısıyla oynama olmasa bile yeterince sakıncalı yanlar içeriyor.
Birincisi, kırsal kesim
ölçümlere dahil edilmiyor.
İkincisi, dijital medyanın ölçümler içerisindeki payı Türkiye ortalamasının çok altında.
Üçüncüsü, sadece 2 bin 500 hanede 'peoplemeter' denen ölçüm cihazı var. Buradan doğru temsil mümkün değil. Sistemi kuran isimlerden birisi olan Prof. Ali Atıf Bir, bu sayının en az 5 bin olması gerektiğini söylüyor.
Dördüncüsü, 2 bin 500 denekten yüzde 50'si en fazla aynı anda
ekran başında oluyor. Başka bir deyişle, en fazla bin 250 denek Türkiye'de reytingi ve reklam pastasının dağılımını belirliyor.
Bu denek listelerinin yapımcıların eline sızdığı ve ölçüm firmasının yeterli
denetleme yapmadığı da belirtiliyor.
Hal böyle olunca da, bu kadar çok kanallı hiçbir ülkede mümkün olmayacak bir şekilde "ekran başındaki her üç kişiden ikisi bu finali izledi" gibi anomali sonuçlar ortaya çıkıyor.
"GRP/Second" olarak bilinen reklam kuşağı sırasındaki izleyici reytingi üzerinden reklam pazarlaması yapan birkaç kanal, bu sonuçlarla uçuşa geçiyor.
"Off Prime
Time" dedikleri gündüz kuşağında yayınlanan bir reklam 1000 liraysa, çok seyredilen dizi arasında aynı reklamı yayınlamanın bedeli 30 bin liraya çıkabiliyor.
Reklamverenler, paraları doğru mecrada kullanılsın diye kurdukları bir sistemin doğru ölçümleme olmadığı için aslında kurbanı oluyorlar.
Paralarını hak etmediği halde belirli programlara ve kanallara aktarmak zorunda kalıyorlar.
Benzer sorunlar gazeteler için oluşturulan "BİAK" raporlamalarında da göze çarpıyor.
Onda ki aksaklıkları daha fazla kafaları karıştırmamak için ayrı bir yazıda ele alalım.