CHP lideri
Kemal Kılıçdaroğlu 7 ayda iki kurultay gerçekleştirdi.
Hem liderliğini hem de kadrosunu delegeye onaylattı.
İlk kurultayda Genel Sekreter
Önder Sav'ın desteği ile
kaset komplosu mağduru Deniz
Baykal'ı ve ekibini saf dışı bıraktı.
İkinci kurultayda da Baykal ve ekibinin desteği ile Sav ve ekibini yönetimden uzaklaştırdı.
Asıl tasfiyenin milletvekili
aday listelerinde yaşanacağı söylenebilir.
Böylece
teşkilat ve delegenin tespitinde etkisi bulunmayan Kılıçdaroğlu, kurduğu "ittifaklar" ile partinin en güçlü isimlerini devirmeyi başardı.
Kurultay başarıları ve tasfiyeler, Kılıçdaroğlu'nun siyasi zekâsını gösteriyor.
Diğer taraftan Kılıçdaroğlu için asıl sınav şimdi başlıyor.
***
Artık partinin tek hâkimi...
Parti Meclisi'ni de MYK'yı da tamamen Kılıçdaroğlu belirledi.
Genel Sekreter faktörü de ortadan kalktı.
Partinin bundan sonra yaşayacağı bütün başarılar gibi bütün başarısızlıklar da onun eseri olacak.
Ona
fatura edilecek.
Özellikle haziran ayındaki
genel seçimler bir nevi güvenoyu niteliğinde.
Referandumda alınan yüzde 42'nin net olarak tayini mümkün değildi.
Genel seçimlerde her partinin oyu net olarak görülecek.
Kılıçdaroğlu'nun önünde yüzde 20-25 bandına sıkışmış bir CHP var.
Kitle partisi olmak ve iktidara talip olmak için de partinin içine düştüğü siyasi söylem çıkmazından kurtulması gerekiyor.
Kılıçdaroğlu liderlik testinde taban onayını kazanması için CHP'nin genel seçimlerde en az yüzde 30 civarında oy alması gerekiyor.
Etnik tabana dayalı partilerin de geçmişte mezhep kimliği üzerine kurulan partilerin de aldıkları oylar ortada.
Hal böyleyken Kılıçdaroğlu üzerinde "
Alevi ve
Kürt kimliğini neden öne çıkarmıyor" gibi baskılar kurmanın mantığını da anlamak çok zor.
Kendi kimliği üzerinden bir
siyaset CHP'yi daha da marjinalleştirir.
Ancak Kılıçdaroğlu'nun 7 aylık
görev süresi boyunca sırf Kürt ve Alevi olduğu için bu kesimlerin sorunlarını gündeme taşımamış olması anlaşılması güç bir durum.
"Alevi'yim, Aleviler'in sorunlarını gündeme getiremem. Kürt'üm,
Kürt sorunu diyemem" demek CHP'nin toplumsal sorunlar karşısında duyarsız kalması anlamına gelir.
Başörtüsü sorunu olduğu gibi Aleviler'in de çözüm bekleyen sorunları var.
'Dede'lik makamında olduğunu söyleyen Kılıçdaroğlu'nun bütün bunları en iyi bilen isim olduğundan şüphe yok.
Önemli olan bu sorunlara yönelik çözümleri evrensel
insan hakları kapsamında tespit edebilmek ve toplumsal barışa katkı sağlamaktır.
Hatta toplumsal bölünmeye yol açacak aşırılığa kaçan bazı talepleri aşağı çekebilmektir.
Netice itibariyle
seçmen iktidarın olduğu kadar muhalefetin de toplumsal sorunlara ilişkin yaklaşım ve projelerini bilmek istemektedir.
İki dil ve özerklik tartışmalarına gösterilen tepkiler gibi Alevi örgütlerinin taleplerine ilişkin de partinin yaklaşımlarını bilmek toplumun hakkıdır.
Kılıçdaroğlu, "Alevi'yim, Kürt'üm" vurgusu yapmamakta haklı olabilir ama bu kesimlerin sorunlarını dile getirmemek, isimlerini telaffuz etmemek ve onlara alternatif çözümler sunmamak da hata yapmaktadır.
Kılıçdaroğlu'nun önemli bir halkla ilişkiler hatasını daha burada belirtmekte fayda var.
Şayet seçildiğinden bu yana hangi kanala kaç kez çıktığına, hangilerine hiç çıkmadığına, hangi gazeteye kaç kez özel
röportaj verip
sürpriz ziyaretlerle temsilciliklerinde saatler geçirdiğine, hangilerinin görüşme taleplerini ısrarla beklettiğine bakarsa, partinin neden kitlelere ulaşamadığını ve kuşatamadığını da anlaması kolay olacaktır.
Sadece söyleme sınırlama getirmek, farklı düşünenleri eylemde ötekileştirmek, kitleleri kucaklamak için yeterli değildir.
Kılıçdaroğlu'nun haziran sınavı öncesi siyasi ittifaklarda gösterdiği zekâsını halkla ilişkilerde de göstermesi gerekiyor.
Bizden söylemesi...