Ulus-devlet kuruluş süreci her coğrafyada kanlı ve sancılı olmuştur.
1912-1913
Balkan Savaşı’nın ardından tüm varlıklarını bırakarak
Anadolu’ya kaçmak zorunda kalan yüz binlerce müslümanın
İstanbul’daki perişan hali
Osmanlı zihninde silinmez bir iz bırakmıştır.
Daha yakın bir zamanda bu coğrafyada nefretin sona ermediğini, Bulgarlar’ın müslüman azınlığa
baskısı ile
Bosna ve
Kosova’da yaşanan katliamlarla gördük.
Biraz daha eskiye gi
dersek
Avrupa’nın sömürgeci halklarının gerek kendi halklarına, gerek
Asya ve
Afrika’da yaptıklarını düşünmemiz gerekir.
Özetle ulus-devlet kurmuş tüm devletlerin dolaplarının derinliklerinde sabıka dosyaları, suç dosyaları vardır.
Türkiye de böyle bir geçmişten muaf değildir.
Elimde iki kitap var; biri Hüseyin
Aygün’ün ‘
Dersim 1938 ve Zorunlu
İskan’ adlı çalışması, diğeri
İngiliz gazeteci Giles Milton’un ‘
Kayıp Cennet, Smyrna, Hoşgörü Kentinin Yıkılışı’ adlı kitabı.
İkisi de bizim çok konuşulmasını istemediğimiz, bilmezden görmezden geldiğimiz konular üzerine.
Biri
Kürtler’e yönelik baskı, sindirme ve asimilasyon politikalarını anlatıyor.
Diğeri Ege’nin incisi diye bildiğimiz bir kentin başta Lloyd George olmak üzere İngiliz siyasetçilerinin yanlış politikaları ve Anadolu’yu Türk ve müslüman dışındaki halklardan arındırmayı amaçlayan İttihatçılar’ın başlattığı politikaların yeni rejim tarafından da devamının sonucunda yaşanan dramı dile getiriyor.
Bu geçmişi bilmemiz, gelecekte de bu tip yanlışlar yapmamızı engelleyecek en büyük dersi sağlar.
Tarih, doğru okumayı bilene en iyi öğretmendir.
İtiraf etmek gerekir ki, Türkiye’nin resmi tarihi bu konuları ya görmezden gelmiş ya da olayları sadece kendi penceresinden dile getirmeyi
tercih etmiştir.
20 yıl öncesine kadar Kürt diye bir etnik grubun varlığını bile inkar eden bir anlayış için kaçınılmaz bir yaklaşım elbette.
Genç
Cumhuriyet yöneticileri’nin İttihat ve Terakki Partisi kadrolarından geliyor olmasının da bu inkar ve üstünü örtme çabasında büyük payı olmuştur elbette.
Türkiye bugün geldiği noktada yakın geçmişiyle hesaplaşacak güce erişmiştir.
Yıllar önce Stanford’a gittiğimde, tarih profesörü ‘
Amerika,
Japonya’ya
atom bombasını gereksiz yere attı. Bu bombanın asıl hedefi
Rusya’nın gözünü korkutmaktı. Binlerce insanı gereksiz yere öldürdü’ diye ders anlattığında çok şaşırmıştım.
O günkü anlayışım, üniversitede böyle bir konunun bu kadar açık bir şekilde dile getirilmesini kavramakta güçlük çekiyordu.
Bugün artık tabuların anlamsızlığının farkındayız.
Gerçi
darbe belgelerini bırakın, darbelerin gerçekliğinin bile tartışıldığı bir ülkede tarihle hesaplaşmak kolay iş değil ama biz de meydanı
Ergenekon veya İttihat Terakki’nin avukatlarına bırakacak değiliz herhalde.
Türkiye niye ucuz ve niye pahalı
Aynı coğrafyada, aynı kültürde, aynı denizin çevresindeki iki ülkeyiz.
Gelin görün ki, birinin adalarda 500-600
Euro’ya oda sattığı bir dönemde, biz her şey dahil sistemiyle cebelleş oluyoruz.
Bir grup arkadaşımla
küçük bir
Yunan adasındayız.
Oteller tıka basa dolu. Havaalanında özel jetlerden geçilmiyor.
Üstelik bu bir
kriz yılı.
Türkiye’den farkı ise özellikle
balık başta olmak üzere yemek ve içkinin ucuzluğu.
Türkiye doğru düzgün bir turizm politikası oluşturamazsa ucuz turist
cenneti olmaktan kurtulamayacak.
Meşru müdafaa
Mardin Kızıltepe’de 12 yaşında Uğur ve babasını öldüren polisler ‘meşru müdafaa’ gerekçesiyle
beraat ettiler.
Uğur’un sırtından çıkan 9 kurşun bu hükmün vicdanlarda bir yara olarak kalmasına neden olacaktır.
Türkiye’de etnik kökeni ne olursa olsun tüm insanlar hukuk önünde eşit olmadıkça, yargı sistemi kendini kamu görevlilerinin koruyucu ve kollayıcısı görmeye devam ettiği sürece,
AİHM’de çok mahkumiyet görmeye devam ederiz.
ERGUN BABAHAN - STAR