"Halkımız 'Yüce
Meclis'in çatısı altında
PKK barınmaktadır' diye düşünüyor. Böyle bir düşünce
halk ve bizim için rahatsızlık vericidir. Biz buna müsaade edemeyiz. Gereğini yapacağız."
22
Şubat 1994'te
Başbakan Tansu Çiller, DYP Grubu'nda böyle diyordu.
Çok değil, iki hafta sonra gereğini yaptı. 2 Mart'ta Meclis, DEP milletvekilleri Hatip
Dicle, Orhan Doğan,
Sırrı Sakık,
Leyla Zana ve
Ahmet Türk ile bağımsız Mahmut Alınak'ın, ertesi gün de DEP'li
Selim Sadak'ın dokunulmazlıklarını kaldırdı.
Meclis'in kararı daha Resmi Gazete'de yayınlanmadan, hemen o gün polisin DEP'lileri yaka-paça götürmeleri
demokrasi tarihimizin utanç sayfaları arasına girdi. Bu gelişmeyi PKK'nın dağlarda havaya mermi sıkarak kutladığı söylenir.
Öcalan'ın İmralı'daki ifadelerinde de
itiraf ettiği gibi, PKK özellikle DEP'in denetimini tümüyle ele geçirdiği 12
Aralık 1993 kongresinden sonra stratejisini gerilimi sürekli artırarak milletvekillerinin yasal zeminden dışlanmasını sağlamak, böylece
Güneydoğu halkının barışçı çözüm umutlarını söndürmek üstüne kurmuştu.
Batı'ya her gün tabutlar geliyordu. DEP genel merkezi bombalanıyordu. DEP'li milletvekili Mehmet Sincar
faili meçhul bir cinayete
kurban gidiyordu. İşte böyle bir ortamda
Tuzla tren istasyonunda PKK'nın çöp kutusuna koyduğu bombanın patlamasıyla 3 er ve 2 yedeksubay öğrencinin şehit olması, DEP Genel Başkanı
Hatip Dicle'nin "Savaşta böyle şeyler olur. Orası askeri
hedefti" demesi bardağı taşıran damla olmuştu. Zaten Dicle de bardağın taşması için bu çıkışı yapmıştı.
Murat Karayalçın haklıydı
Dönemin SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın'ın "Meclis'in bu kararıyla PKK'nın provokasyonuna geliniyor" uyarıları ne yazık ki galeyan ve
linç çığlıkları arasında kaybolup gitti. Yine o günlerde DEP'in 27 Mart'ta yapılacak yerel seçimlerden çekilmesiyle
senaryo tamamlanmış oldu;
Türkiye,
terörle mücadelede en kanlı 5 yıllık döneme girdi.
Sonuç? Leyla Zana, Orhan Doğan, Hatip Dicle ve Selim Sadak 10 yıl hapiste kaldılar. Leyla Zana özellikle Batı'da "Demokrasi ve
özgürlük kahramanı" ilan edildi,
Avrupa Parlamentosu'nun Sakharov Ödülü'ne layık görüldü. Meclis o kararın ezikliğini uzun süre üstünden atamadı.
Ne yazık ki, 13 yıl sonra bugün aynı senaryonun bir kez daha sahnelenmek istendiğini görüyoruz.
DTP'liler hedef yapılıyor
Bir süredir DTP'li milletvekilleri sistemli bir kampanyanın hedefi durumuna geldiler. Yeniden PKK'yı Meclis'ten çıkarmak çağrıları yükseliyor, DTP'liler hakkında savcılıklarca peş peşe
soruşturma açılıyor, dokunulmazlıkların kaldırılması için
hazırlıklar yapılıyor. Son halka MHP'nin "Devletin ve milletin bölünmez bütünlüğüne yönelik suçlarda milletvekili dokunulmazlığının hemen kaldırılması"nı öngören
Anayasa değişikliği teklifini imzaya açması oldu.
Hiç kuşkumuz yok; gelişmeleri PKK'nın dağ kadroları yine ellerini ovuşturarak izliyorlar.
Çünkü 1994 olaylarından
ders almış Ahmet Türk gibi, Atatürk'ten alıntılarla Türk
Kürt kardeşliğinden dem vuran
Aysel Tuğluk gibi ılımlıların çıkışları terör örgütünü öfkeden çıldırtıyor. Uluslararası Stratejik
Araştırmalar Kurumu Başkanı Doç. Dr. Sedat Laçiner'in son derece doğru tespitiyle, DTP'lilerin bu yumuşaması, PKK tarafından "İhanetin ön işaretleri" olarak algılanıyor. Bu sapmayı kendisi açısından tehlikeli noktalara varmadan durdurmak için de DTP'lilerin Meclis'ten çıkarılmasını sağlamak istiyor.
DTP genel başkanlığına Meclis dışından birinin seçilmesi bunun ilk işareti. Kürt siyasetçi Feridun
Yazar bu tercihle "Parlamentodan umut kalmadı" mesajı verildiğini belirtiyor.
Önümüzdeki günlerde bazı DTP'lilerden sivri çıkışlar gelirse hiç şaşmayın. 1994'te Hatip Dicle'nin bardağı taşıran damlası gibi, o çıkışlarla da Meclis'in bazı kelleler alması, böylece
bölge halkının uzaklaşmaya başladığı PKK'ya yeniden dönmesi amaçlanacak.
Bu oyunu sadece Türk kamuoyunun olgunluğu ve siyasilerimizin sağduyusu bozabilir.
CHP lideri Deniz Baykal'ın "Meclis'te 200 kadar
dosya var, tümünün dokunulmazlığını kaldıralım. 'Şu dosyayı ayıklayalım, bunu tutalım, öbürünü tutmayalım...' Bu bizim işimiz değil, doğru değil" yaklaşımını,
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat'ın "Meclis hiçbir zaman bir lincin vasıtası olmaz. Hukuk devletinde de böyle bir şey yoktur" güvencesini, bu çerçevede canı gönülden alkışlıyoruz.
Çünkü 1994'teki yanlışı tekrarlamak, PKK'nın tuzağına bir kez daha düşmek olur. Aman dikkat!