Eskiden
yurt dışından döneceğimiz gün bizi bir tedirginlik sarardı... Aman memlekette
darbe marbe olmasın da Yeşilköy'e iner inmez ayağımızın tozuyla
keklik gibi avlanmayalım!
Herhangi bir suçun, kuşkulu bir konumun yok ama gene de ne olur, ne olmaz...
O zamanlar cep telefonu yok,
dizüstü bilgisayar yok, Internet hayal bile edilemez... Döneceğimizden bir gün önce, hatta dönüş sabahı yataktan kalkınca hemen
yabancı televizyonların haber bültenlerini açar bakar, bununla da yetinmez, uçağa binmeden "umumi" telefondan yakınlarımızı arardık, "darbe marbe var mı?"
Uzun süredir bu tedirginlikten kurtulduk. Artık kimseyi aramıyoruz. Aramaya da gerek yok, bilgisayarı açmak yeterli. Onu da yapmıyoruz, kablolarını toplayıp çantasına yerleştiriyoruz, ancak havaalanlarının o bitmez tükenmez güvenlik kontrollerinde çıkarmak üzere. (
Bilgisayar çantanın içinde mi kalacak, tepsiye mi konacak memur bey? Allah'ın cezası kemer gene mi çözülüyor?)
Ama kurtulamayan da var... Galiba sanıldığından da çok...
Bunların kimileri "hayvanca" bir umutla yaşayanlar: Bir sabah kalkacaklar, darbe olmuş, başbakan içeri tıkılmış,
Hayrünnisa ve Emine Hanım'ların türbanları yırtılarak açılmış, Abdullah Gül'ün kucağına
Atatürk büstü konulmuş, zorla Onuncu Yıl Marşı söyletiliyor... (
Hani o SABAH gazetesinin üçüncü sayfasında yazan
keçi sakallı herif de etkisiz hale getirilmiş herhalde.)
Gülüyorsunuz ama var bunu bekleyenler.
Tedirginlikten kurtulamayanların bir kesimi de,
İstanbul sermayesine uşaklık eden bir kısım basının "tanklar
Sincan sokaklarında" gibi alçakça propagandalarından bir zamanlar çok etkilenmiş olanlar...
Tank eski
model ama zarar yok, gıcırtısı bile yetiyor.
12
Eylül 1980 sabahı, Mecidiyeköy'deki
otobüs (eski
tramvay) deposunun önüne bir külüstür Sherman koymuşlardı, Normandiya çıkarmasına katılmış "gazi" bir tank... Orada olmasının hiçbir anlamı da önemi de yoktu ama darbeciler halka gözdağı veriyorlardı...
Birkaç gün kaldı orada. Ortalık mayna olunca sivilleri korkutmaya gerek kalmadı herhalde, kaldırdılar.
Geçen gün de İstanbul semalarında uçaklar uçmuş (ben görmedim), korkanlar olmuş.
Yok, tescilli memur gazeteleri bile artık "şanlı ordumuz göklerde bir
çiçek gibi açtı" diye yağcılık edemiyorlar ama, birçok kişi ürkmüş.
"Ulan, olur mu olur ha"... Hemen böyle düşünüverenler çıkmış.
Geyiği de
Twitter'a düşmüş tabii.
Twitter diye, işi gücü olmayanların
yerli yersiz
geyik yaptıkları
sanal ortama deniyor. Sitenin özelliği, bir tür
canlı yayın olması, "anında" sürmesi (real time)... Örneğin, Allah'ın dıngılı lokantaya bilgisayarıyla gidiyor, masanın bir köşesinden eşine dostuna döşeniyor: Şu anda ızgara
köfte yiyorum, çok mutluyum...
Bu tür birtakım asosyal işgüzarların ruh çöplerini döktükleri bu tür ortamlara da "sosyal medya" deniyormuş.
İşte bu Twitter'da cik cik cik tüvit müvit edenler, uçakların uçması üzerine, "televizyonu açmaya cesaretim yok, ya Hasan Mutlucan çıkarsa" şeklinde "bloglar" yazmışlar.
Sonra iş anlaşılmış, meğerse film çekiliyormuş!
Bu geyiklerin bizim kuşağın iliklerine işlemiş geleneksel korkudan değil, gençlerin bütün bu darbe rezillikleriyle dalga geçme aşamasına -hele
şükür- gelmelerinden kaynaklandığına inanıyoruz.
Darbe heveslileri varsa, önce kendi neferlerini yanlışlıkla alnından vurmak, kum torbalarını yığıp PKK'ya
hedef vermek, çatışmaya girince silahını bırakıp kaçmak gibi "ufak tefek" pürüzlerini temizlesinler, darbeyi ondan sonra düşünsünler.