Ünlü
İngiliz şairi Thomas Stearns Eliot, "nisan en zalim aydır" demişti, temmuz da ölü aydır.
Okullar tatildedir,
futbol tatildedir,
siyaset tatildedir.
CHP amigoları her ne kadar "uyumayın, çalışın" deseler bile CHP yandaşı
Ankara memurları da kıyı arpalıklarına koşmuşlardır (genellikle
Didim ya da Avşa gibi yerlere giderler.) Sıcak bastırır, aziz milletimiz sıcakta
gazete okumayı sevmediği için satışlar da başaşağı gider.
Neyse ki, bir yandan
Amy Winehouse, öbür taraftan Anders Behring
Breivik gibi iki ruh hastası imdada yetişirler, biri ölerek öteki öldürerek. Bu yıl
Kandil Dağı'ndaki ruh hastalarının da epeyce katkıları oldu temmuz
gündemine. (Dereağzı tesislerindeki hastaları saymıyorum.)
Böyle günlerde, olmadık konulardan haber yaratmaya, daha da iyisi,
kavga çıkarmaya da çalışılır...
Lausanne'ın yıldönümü kutlanıyormuş (hayır, "
Lozan" yazmayacağım, çatlayın da patlayın), başbakan
anma konuşması yapmış ama
İnönü'nün adını ağzına almamış...
Vay be! Ne korkunç bir hata!
İşini bilen bir gazeteci şimdi "Lausanne
zafer mi, hezimet mi?" tartışmasıyla ağustos ayını tutar hayırlısıyla...
Bir yandan ramazan ve bayram, öbür yandan 30
Ağustos ve 9
Eylül muhabbetiyle mevsimi de çıkarırsınız artık. Arkadan nasıl olsa hava serinliyor, meclis açılıyor, zevzekliğe gerek kalmıyor. (Efendim? Asıl o zaman mı başlıyor?)
Bu arada, İnönü tartışmasına katılmadan edemeyen sevgili dostumuz Taha Akyol'dan da "İnönü'nün daha çok İngiliz
demokrasisine ilgi duyduğunu" öğrendik,
şükür...
Atatürk'ün sonradan acıyıp affetmek istediği Osmanoğlu ailesinin yurda dönüşüne şiddetle karşı çıkan İsmet Paşa, meğerse "meşruti krallık" severmiş!
Padişahlığı ortadan kaldırırken düşünmemiş bunu, İngiliz hayranlığı sonradan patlak vermiş olmalı.
1932 yılında gittiği Mussolini İtalyası'nı pek beğenip 1936 yılında TBMM'nin dışında ve üstünde bir "faşist konseyi" kurmak istediği zaman da pek aldırmamış olmalı İngiliz sistemine...
Tuhaftır, İngiliz kralı Edward'ın Atatürk'ü ziyareti herkesi etkilemiş de (öyle olmasaydı yetmiş beş yıldır bu gereksiz ve önemsiz ziyaretin tantanasını mı yapardınız?), İnönü'yü etkilememiş anlaşılan...
"Milli Şef" diktası da bir tür demokrasi sayılmalı herhalde, İngiltere'den örnek vermek gerekirse akla İngiliz faşistlerinin lideri Sir Oswald Mosley gelir ancak...
Üstünden Atatürk'ün resmini kazıtıp kendi resmini koydurduğu paraları da Berlin'de Reichsdruckerei matbaasında bastıran Milli Şef, sonradan American
Bank Note Company matbaasına dönmüş ama ne zaman? Savaştan sonra! Missouri zırhlısının bahriyelileri Abanoz Sokağı'nda kurtlarını döktükten sonra.
İnönü'nün bir tek derdi vardı,
Türkiye Cumhuriyeti'ni her ne pahasına olursa olsun ayakta tutmak ve bürokrasinin kesinkes hakimiyetini korumak (siz isterseniz "
vesayet" deyiniz, aynı kapıya çıkar.)
Bunun için İnönü bir dönem
diktatör, bir dönem demokrat görünebilir. Bunun için dünya savaşında "iki tarafı da idare" edebilir. Bunun için savaşı kazanan müttefiklerden biri bize sulanınca ötekine teslim olabilir. Soğuk savaşta kan dökülmediği için taraf tutmak daha kolaydır.
Savaşı
Almanya kazansaydı, Türk Yahudileri'ni gözünü kırpmadan satırın altına teslim eder miydi? Almanya'nın Türkiye Cumhuriyeti'ne "ilişmemesi" şartıyla, Varlık Vergisi'ni çıkaran adam, ederdi.
Alın size sıcak hava gündemi...
Polemik yapmak isteyeceklerin SABAH Gazetesi Yazıişleri Müdürlüğü'ne müracaatla fiş ve sıra numarası almaları rica olunur.