Kaymağı başkaları yiyecekler... Artık hiçbir başbakanla “mıç mıç ilişikleri” kuramayacaklar, deyim de kendilerinindir... Dellendiler, huysuzlandılar... Vuruşarak çekileceklerini sanmıştım, hayır, gerginliği sürdürmekte fayda görüyorlar, öte yandan vuruyorlar ama bel altına da değil, ayak tabanına!
Hayrünnisa Gül, kırmızı tabanlı
ayakkabı giyermiş.
Saçına bakamayınca orasına bakmışlar... Örtünmese, belki “frikik” bile kollayacaklar.
Bu ayakkabının Christian Louboutin
marka olduğu ileri sürüldü.
İlk kez duyuyorum,
Emin Çölaşan şaraptan anlamadığı gibi ben de ayakkabıdan anlamam. Yok yahu, Gucci’nin adını biliriz, paraya kıyıp Bally bile aldık. Benim dediğim, kadın ayakkabısı.
Akılları sıra cumhurbaşkanına kazık atacaklar, vay efendim bu ne rezalet, benim emekçi halkım yemeye bir lokma ekmek bulamıyor, “först leydi” marka giyiyor, bir çift ayakkabısı dört yüz elli “yörö” ediyor, falan filan. Arkadan da gelecek, yüzlerce çift ayakkabısı olan eski Filipin diktatörünün eşi Imelda Marcos benzetmeleri...
Sonra iş anlaşıldı... Ayakkabı Christian Louboutin değil, mis gibi Nurettin Sabri Çelik çıktı.
Böyle deyince tanımazsınız, “Nursace” deyince anlayacaksınız!
Ben de bu Nursace mağazalarıyla karşılaştıkça bizim hanıma “bak hanım, Versace’nin amcasının kızı” diyerek dalgamı geçerdim... Haksızlık etmişim.
Hani kimileri de Zara mağazasını “Sivaslı bir modacının” sanıyorlar ya, benzer bir yanılgıya düşmüşüm.
Japon sandığımız Yumatu da Yusuf
Mahmut Tuncer çıkmaz mı, öp babanın elini!
Ayakkabının kırmızı tabanı,
evet, İtalyan olmasına İtalyan’mış ama diğer tarafları yüzde yüz bu memleketin öz çocukları Türk işçisinin, Türk mühendisinin, Türk sermayesinin cart curt...
Nurettin Bey, ünlü markalardan yalnızca “esinleniyormuş”. Böylece yüksek sosyete ve sanatçılar tarafından da
tercih ediliyormuş.
Hayrünnisa Hanım söz konusu ayakkabıya yalnızca iki yüz yetmiş “yetele” bayılmış.
Muhalefet yapmak isteyen otursun, asgari ücretin kaçta kaçı eder ve o parayla kaç litre mazot, kaç kilo
gübre, kaç metre patiska falan alınır, hesaplasın. Ülkemizde eşeklik serbesttir.
Vallahi ben geçenlerde, yeğenimin düğününde giymek üzere yeni bir ayakkabıya beş yüz elli kâğıt saydım, demek ki durumum Gül ailesinden daha iyi! (Sermayenin uşağı, emperyalizmin ajanı, dönek, liboş, hükümet yalakası gazeteciler böyle yaşıyorlar. İnşallah yılbaşında
Avrupa’ya da gidecekler gene. Vay şerefsizler...)
Okuyucularının hepten düşük kesimi için çok önemli ayrıntılar da yazıyorlar: Bayan Gül, Nişantaşı’nda bulunan Nursace şubesine 21
Kasım 2007
Çarşamba günü saat tam 20.30’da girmiş... Önce rugan çizme istemiş, birkaç
model de giymiş çıkarmış fakat sonra bu ayakkabıda karar kılmış. Üstelik,
indirim olup olmadığını sormuş. Yüzde on indirim yapmışlar. Kredi kartıyla
ödemiş. Rugan çizmeyi
sipariş etmeyi de unutmamış.
Vay be! Araştırmacı gazetecilik!
Ben
deniz araştırmacı değil de karıştırmacı gazeteci olduğumdan, hemen söyleyeyim:
Nedir bu,
siyaset mi magazin mi, yoksa ikisinin bulamacı mı?
Bu tutumun,
emekli memurları gıdıklayarak bayi satışlarına ve para kazanmaya etkisi ve faydası olabilir ama
iktidara dönmeye yararı yoktur.
Mıç mıç bitti beyim. Gazeteyi sat kurtul. Üstelik eskisini de çok uğraştın ama batıramadın.
Ya da adamların Deniz
Baykal’a “giydirmeye” devam etsinler, hiç olmazsa içleri rahatlıyor.