Devlet başkanının "kalıtım" yoluyla belirlenmediği,
halk ya da birileri tarafından, ister doğrudan ister dolaylı yoldan seçildiği bir
yönetim biçimidir.
Başka da hiçbir şey değildir.
Devlet başkanlığı babadan oğula (ya da kıza, isterse haminneye) geçiyorsa, ya da hanedanın en
yaşlı üyesine falan (isterseniz "her yeni doğan üçüncü çocuğun eniştesinin bacanağına geçsin" diye manyakça bir
kural bile koyabilirsiniz, farketmez) bu yönetim biçimine "monarşi" denir. Bu monarşi bir despot yönetimi de olabilir, bir
demokrasi de, farketmez.
Hep verilen örnektir: Bugün
İngiltere (Büyük Britanya) bir cumhuriyet değildir ama demokrasidir.
İspanya daha da demokratik bir krallıktır. Buna karşılık
Hitler Almanyası da bir cumhuriyetti, Stalin Rusyası da, Saddam'ın Irak'ı da...
İşte bu kadardır. Budur.
Türkiye'de birçok ahmak, memleketin "adam olması" için cumhuriyetin kendi başına yeterli olduğunu sanır.
Monarşinin de bütün kötülüklerin anası olduğunu tabii...
Oysa cumhuriyet "hayat demek" değildir, "yükselmeye kanat demek" hiç mi hiç değildir. Yükselmeye kanat ekonomidir,
kalkınma programıdır.
Cumhuriyetin "Batılılaşma devrimiyle" de hiçbir ilgisi yoktur. Cumhuriyetimizin ilk beş yılında Arap alfabesi kullandık, ilk üç yılında fes giydik, ilk on bir yılında "alafranga usulde" soyadımız bile yoktu. (Oysa kendi tarzımızda vardı... Çocuklar babalarının, kadınlar kocalarının ön ismini kendi isimlerine ek olarak alırlardı... İnanmıyor musunuz? Gidip Kıbrıs'a ya da Batı Trakya'ya bakınız ve Ahmet Hüseyin, Mehmet Selahattin ya da Ayşe Hasan, Fatma Galip gibi isimler görünce şaşırmayınız, onlar da sizin kadar Türk...)
Bu devrimler olmadan da
Türkiye Cumhuriyeti varolabilir miydi? Elbette. Bugünkü Türkiye olmazdı ama gene bir Cumhuriyet Türkiyesi olurdu ortada.
Peki, padişahlıkta da bu devrimler yapılabilir miydi? Elbette. Padişahın onayı ve bir dikta yönetimi yeterliydi.
Bazı ahmaklar da Cumhuriyet Halk Partisi'ni cumhuriyetimizin "olmazsa olmaz şartı" kabul ederler.
Oysa Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası da sapına kadar cumhuriyetçiydi, Serbest Fırka da.
Herhalde Bayar'ın, Menderes'in, Demirel'in "cumhuriyetçi olmadıklarını" iddia edecek birisi çıkarsa ona deli bile denmeyecektir...
"Karşıdevrimci" suçlaması,
CHP kökenli bürokrat kuyrukçuları tarafından ortaya atılmış bir çamurdur. Bu saplantıyı bugün bile sürdüren ve kendilerini solcu sayanlar vardır. Yalnızca CHP'lidirler, o kadar.
Uyduruyorum: 1923 yılında, diyelim Rauf Bey
cumhurbaşkanı seçilseydi de
Mustafa Kemal Paşa "askerliği" seçseydi, diyelim yalnızca genelkurmay başkanı olsaydı, ya da kendi kendini emekliye ayırsaydı, o kurulan devlet bir cumhuriyet olmayacak mıydı? Bal gibi olacaktı.
O zaman neyi tartışıyoruz?
Cumhuriyeti "her derde deva" sanmanın saçmalığını...
Bazı kişiler de cumhuriyetin kendine özgü birtakım kurumlar getirdiğini ve bu kurumların cumhuriyet rejiminin "olmazsa olmaz şartı" sayıldığını ileri sürerler. Bunlara örnek olarak da
Anayasa Mahkemesi'ni falan gösterirler.
Ben de onlara sorarım: Acaba
Atatürk niçin bir
Anayasa Mahkemesi kurmamıştır?
Niçin bir
senato düşünmemiştir diye sormaya gerek bile görmüyorum.
Niçin bir Milli
Güvenlik Kurulu oluşturmamıştır?
Bunlar cumhuriyet müesseseleri midir, yoksa sonradan uydurulmuş "bürokrat diktası müesseseleri" mi acaba? Sakın, meclisin gücünü yani halkın iradesini frenlemek, törpülemek için
icat edilmiş "bürokrat tamponları" olmasınlar bunlar?
Cumhuriyette "hâkimiyet bila kayd-ü şart" mı milletindir yoksa "izin verildiği oranda" mı milletindir efendiler?
Biz bugün cumhuriyetimizin seksen yedinci yıldönümünü kutluyoruz, partilerden bir partinin, zümrelerden bir zümrenin ipleri ele geçirişini değil.
"Bürokrasi sultasını" kutlamak isteyenler kılıf aramasınlar, numara yapmasınlar, dürüst olsunlar.
SABAH