Bir Rossellini olabilirdi, bırakmadılar


Yeşilçam ne güzel öldü gömüldü, helvası da yendi diyorduk, televizyon dizileriyle hortladı. Yeşilçam kavramından "kötü sinema, kalıp senaryo, dandik diyalog, sıradan yönetmen, yeteneksiz oyuncu, şişirme kostüm, külüstür dekor, kabak ışık" gibi olumsuzlukları anlıyorsak eğer... Eh, ne yapalım, dizi dediğin hem televizyon kanallarını besliyor, hem yapımcıları zengin ediyor, hem emekçiye ekmek sağlıyor, hem de Brezilya ve Meksika gibi gelişmekte olan "rakip" ülkeleri sollayıp Balkanlar ve Ortadoğu piyasasında memlekete döviz kazandırıyor... Varsın sürsün! O sürerken yepyeni bir Türkiye'yle birlikte elbette yepyeni bir Türk sineması da doğuyor. Henüz olgunluk çağına ulaşamadı ama, küfürlü güldürüden, "mesaj verme tutkunu" solcu eskilerinden ve haylaz Amerikan çocuklarından kendini kurtarabilirse, ulaşacak. Ezel Akay gibi "kendine özgü bir sinema dili olan" sanatçılar kazanacaklar, eski sinemamızla yeni sinemamız arasında "geçiş dönemini" simgeleyen Yavuz Turgul, Çağan Irmak gibi adamlar maalesef yavaş yavaş geride kalacaklar. (Çağan Irmak, Yeşilçam'ın "teknik öğrenmiş ve yetenekli" şeklidir. Mustafa Altıoklar'ı nereye koyacağımı bilemedim, en iyisi gece kulüplerinde kalsın. Nuri Bilge Ceylan'ı da bunalımlı entellere bıraktım.) Eskiler... yavaş yavaş bu dünyayı terkettiler. "Hiçbir sinema kitabı okumamış olmakla övünen" Atıf Abi gitmişti (Yılmaz), Lütfi Ömer Akad da gitti. (Lütfi Ömer mi, Ömer Lütfi mi, şuna da bir karar verseler iyi olacak.) Alyon Sokak'ta On Bir Osman'ın ya da Azmi'nin kahvehanesinde okey ve altılı ganyan oynamakla ömür tüketen bir sürü lumpenin yanında yıldız gibi parlayan adamlardı bunlar. "Nisbeten eli yüzü düzgün sinema" deyince akla onlar gelirlerdi, bir de, gene çok kendine özgü bir sinema yapmaya çalışan ama eli kolu bağlanan, yaptırılmayan Metin Erksan tabii... Saman alevi gibi parlayıp sönmek zorunda bırakılan Erdoğan Tokatlı, Duygu Sağıroğlu, Alp Zeki Heper... Bir Memduh Ün... Esnaf değildiler, sanatçıydılar. Yeşilçam onları bozuk para gibi harcadı. Onlara yakışmayan işlere koştu. Çektikleri her bir iyi filme karşılık elli kötü film yaptırdı. Çünkü onlar Yeşilçam'a iki numara değil, yirmi sekiz numara büyük geldiler. Kazandığı parayla metresine kürk alan, kendine han yaptıran, geri kalan parayı da kumarda yiyen yapımcı, avans gönderip telefonda "casting" yapan işletmeci onları anlayamazdı, destekleyemezdi, besleyemezdi. Onlar "bataklıkta çiçek yetiştirmeye çalıştılar", ortaya çıka çıka, binlerce boktan filmin yanında "eli yüzü düzgün" sayılan ve sayıları da onu, on beşi geçemeyen film çıktı... Otuzlu ve kırklı yıllarda Türk sineması Muhsin Ertuğrul ve Darülbedayi ilkelliğinin kurbanı olmasaydı, ellili yıllarda İtalyan neo-realizmi benzeri bir "Türk yeni gerçekçiliği" doğabilseydi... Ya da şöyle söyleyeyim: Anlı şanlı Kemalist rejim, sinemaya bir Stalin Rusyası'nın, bir Mussolini İtalyası'nın, bir Hitler Almanyası'nın verdiği önemin onda birini, çok değil, onda birini vermiş olsaydı... Türk sineması, altın dişli taşra tüccarının eline bırakılmasaydı... Merhum Lütfi Akad büyük ve önemli bir yönetmen miydi? Hayır. Büyük ve önemli bir yönetmen olabilme "potansiyeline sahip" bir sanatçımızdı. Geliştirmediler, desteklemediler, bırakmadılar, boğdular. Nur içinde yatsın.
<< Önceki Haber Bir Rossellini olabilirdi, bırakmadılar Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER