İstanbul Barosu, staj yapan
avukat hanımların "uymaları gereken kılık
kıyafet kurallarını" açıklamış.
Acaba bu bir "mini etek yasağı" falan mıymış? Baro, stajları yöneten
yaşlı üyelerinin
kalp çarpıntısı geçirmelerini mi önlemek istiyor? Genç avukat hanımlar, baronun Staj Eğitim Merkezi'nde heyecan dalgaları mı yaratıyorlar? "Göğüs dekolteleri" prostatlı beylere zor anlar mı yaşatıyor?
Hayır, elbette başörtüsünü yasaklamış.
Baro, kızların açılmalarını istemiyor ama pek fazla kapanmalarını da istemiyor. "Ortadan" olacak, 1930 modeli.
Genç avukat kızlarımız, duruşmaya girebilirler ama ağabeylerinin amcalarının yazıhanesine türbanlı giremeyecekler.
Bu kafa, avukat yazıhanesiyle askeri okulu ya da orduevini karıştıran kafadır.
İstanbul Barosu daha önce de "rengini belli etmişti" tabii...
Gazetelere yarım sayfa ilan verdiler ve yeni bir anayasa istemediklerini açık seçik belirttiler.
Elbette bu, baronun bütününün değil, baroya hâkim olan "belli bir kesimin" görüşüdür.
Bütün avukatlar CHP'li değildir çünkü!
Bendeniz, son zamanlarda, 12
Eylül'e karşı çıkar görünen ve solcu geçinen birtakım soytarıların
12 Eylül kurumlarını nasıl canla başla savunduklarını izleyerek pek eğleniyorum. Hem Kenan
Evren devrinde tutuklandık, işkence gördük diye ağlıyorlar, örneğin hem de
Kenan Evren'in "
Atatürk bilmemne kurumunun" yönetimine Kemalist olmayan bilim adamlarının atanmasına ateş püskürüyorlar...
Baroyu tenzih ederim, onlar bu konuda ağızlarını açmadılar. Solcu gazeteci bozuntularından sözediyorum.
Lakin, baronun da rengi bellidir.
Eh, ne dersiniz,
genç avukat kızlarımızın başı açık olsun mu, olmasın mı?
İnsanın aklına
merhum Eşref Şefik'in limon fıkrası geliyor, daha doğrusu onun Celal
Şahin tarafından gırgırı yapılan şekli... (Genç avukatlarımız bu isimleri bilmezler ama yaşlılar hatırlayacaklardır.)
Eşref Şefik pazardan limon alacakmış, sormuş: "Bu limon dişi midir?" Pazarcı demiş ki: "Hemşerim, sıkacak mısın, .........?"
Yüzlerce davada yargılanmış, kimisinde aklanmış, kimisinde hüküm giymiş "eski ve gedikli bir
sanık" olarak ben de açık seçik söyleyeyim efendim:
Avukat hanımın kafasının dışı değil, içidir önemli olan.
Ferhan Şensoy'un "Pardon" filmindeki gibi, duruşmaya "girmiş olmak için giren" avukat hanım istemeyiz.
Mazeret dilekçesi, mehil isteme, birinci ihzar, ikinci ihzar,
keşif yaptırma,
mahkeme kaleminden
dosya çıkarttırma falan filan, biz de biliriz bütün bu numaraları, iş başa düşerse kendimiz de yürütebiliriz.
Bana, beni kurtaracak avukat lazım! Haklı olduğum zaman da hakkımı koparıp alacak...
Bazı ünlü sahtekârların yaptıkları gibi, sıkıştığı zaman "bu davada Atatürk yargılanıyor sayın
yargıç" diye cüppeyi atıp duruşmadan kaçacak avukat değil.
En bir Atatürkçü avukatın vekâletiyle hüküm giymektense, kara çarşaflı tarafından beraatimin sağlanmasını
tercih ederim. Beni güzellik kraliçesi mahkûm ettireceğine, dünyanın en tapon, en gudubet kadını aklatsın.
Saçına başına bakmayız, hukuk bilgisine ve becerisine bakarız.