Fakat şimdi... Tarihte misli görülmemiş bu amansız keşmekeşe, bu yorucu karmaşaya, bu vahşi kalabalığa, yetmiş iki milletin sanki zincirlerinden boşalmış deli danalar gibi ortalıkta dört dönen bu gezginler seline de, bir daha ayak basar mıyım, bilmem.
Paris, bitmiş. Bitmiş. Ne şiiri kalmış, ne tadı tuzu. Dört yanda yalnızca ellerinde su şişeleriyle yarı çıplak kızlar ve abullabut yürüyüp sağa sola da aval aval
bakan, sonra da kaldırımın ortasında küt diye duran dünya köylüleri... Burjuvazi çekilmiş, ortadan kaybolmuş, Paris alt sınıflara ve yabancılara bır
akılmış.
Ya da, yaşlandık. Ya da, ikisi birden.
Bizimkiler 68 ya da 69 değil, 70 ve 71'de zıvanadan çıktılar. Ben o ara üniversiteye girdim ama kendimi de tuttum.
Dolayısıyla, bizim kuşağa da, bizden azıcık büyüklere de "68 kuşağı" yerine "71 kuşağı" ya da "12
Mart kuşağı" denilse daha iyi olurdu ya, yer etmiş bir kere...
Şu sıralar Paris'te, olayların kırkıncı yıldönümü anılıyor tabii, kitaplar, albümler, makaleler, filmler, programlar, tartışmalar... Ancak kendi kendine kırkılan, bizim kuşak... Gençliğin umurunda bile değil bu hikâye. Onlar yeni çıkan GTA IV adlı bir video oyunuyla ve Nintendo'nun yeni Wii Fit programıyla ilgileniyorlar. Video oyunları pazarında dünyada 23 milyar Avro, Fransa'da 2.5 milyar Avro dönüyormuş, kim tükürür 68 olaylarına?
Fakat bize sorarlarsa da, vay canına, kırk yıl... Şaka değil, kırk yıl...
Öğrenci lokantasında yemek 1.5 Frank (Mazet'ye mi takılsak, Mabillon'a mı?)... En kabadayı kitap 20 Frank... O zaman video mu vardı? Ankara'da televizyon yayını yeni başlamıştı,
İstanbul üç yıl daha bekleyecekti...
Paris olaylarında çok yaralı vardı ama bir tek kişi bile ölmedi. (Görüntüler dört gün önceki Şişli görüntüleri...)
Aynı günlerde bir de "Prag baharı" yaşandı, Kızılordu geri gelince bir çocuk kendini yaktı. (Wenceslas Meydanı'nda orospu peşinde koşmaktan kendini alan gezginlerimiz, olayın geçtiği yere dikilmiş Jan Palach Anıtı'nı görebilirler.)
Türk komünistleri, Paris ayaklanmasını yürekten destekliyor, fakat Çekoslovakya kepazeliğine, özgürlüğe, tartışmaya, "güler yüzlü sosyalizme" izin verilmemesine de "sosyalizmin iç meselesidir, kapitalistler karışmasınlar" demeyi biliyorlardı... (1956
Budapeşte ayaklanmasında ağızlarını açamamışlardı.)
Oysa
Fransız Komünist Partisi, Paris ayaklanmasına bulaşmamakla kalmamış, buna açık seçik karşı çıkmış, hatta hükümete "dayanın, pes etmeyin, sakın istifaya mistifaya kalkmayın, birkaç gün daha sürdürüp bitirirler" şeklinde akıl vermişti!
Bizimkilere "o zaman
Vietnam da kapitalizmin iç meselesidir, siz oraya ne karışıyorsunuz" diye soruyordum,
yanıt alamıyordum.
Sıtkım o sıralar mı sıyrılmaya başlamıştı acaba?
Hayır, 1967 yılında
Bulgaristan ve Yugoslavya'yı gördüğümde ve dehşete kapıldığımda galiba...
Sovyetler Birliği'nin "iç meselelerini",
İspanya İç Savaşı'nda cumhuriyetçi cephede olup biten "iç meseleleri" öğrenince de öfkem büsbütün arttı.
Dört gün önce İstanbul'da birtakım olaylar yaşandı.
Bilgisayar ekranından izleyebildim.
Hükümeti iyice yıpratmaktan başka da bir işe yaramadı.
İyi, yıpratın... Hükümet gitsin... Kaos ortamında ücretleriniz artar... Belki faşistler gelip ananızı ağlatırlarsa daha da mutlu olursunuz...
Kırk yıl önce Türkiye'de "faşizm gelirse daha iyi olur, çünkü çelişkiler keskinleşir, emekçi daha çok bilenir" diyen dangalaklar vardı!..
Çıkarınızın nerede olduğunu ne zaman öğreneceksiniz? Bizim suçumuz da yaşımızın ilerlemesi olsa gerek, kırk yıl öncesini yaşayıp
ders almış olmak.
Alırsınız, siz de öğrenirsiniz. Ben hayatta olmam, belki aranızdan biri 2048 yılında buna benzer bir yazı yazar.