Yüksek yargı neden tartışılıyor?


Bir kısım medya görmezden gelse de; hatta unutturmak için olağanüstü bir gayret sarf etse de Yargıtay'ın sebep olduğu büyük skandalı bir kenara kaydetmek gerekiyor. Zira hukuk tarihi, bu kadar kötü bir karara imza atmamıştı. Düşünebiliyor musunuz; Yargıtay, Ergenekon zanlısı Mehmet Haberal'a özel bir muamele yapmak için seferber oluyor ve 9 hâkim hakkında tazminat cezası veriyor. Üstelik hâkimlerin kararına sebep olan raporu görmezden gelerek, dikkate almayarak, hukuk dışına çıkarak... Bir zanlı hakkında İstanbul Üniversitesi'nden 5 profesör "Hastaneden taburcu edilebilir." dediği halde Yargıtay bu raporu görmezden geliyor; daha kötüsü 9 hâkim hakkında bin 500'er liralık tazminat cezası veriyor. Kim ne derse desin bu pervasız karar yerel mahkemelere gözdağı verme anlamına gelmekte ve yargı bağımsızlığı Yargıtay eliyle ateşin içine atılmakta. Vaktiyle bazı HSYK üyeleri de böyleydi. Kanun nizam demeden, usul adap bilmeden ilginç bir şekilde Ergenekon zanlılarına destek verirdi. 'Korsan kararname'lerin aylarca nasıl tartışıldığını hatırlarsınız. Tayin ve terfi dönemi geldiğinde bazı üyeler, son günlere kadar sakladıkları bir liste çıkarırdı ve ortalık karışırdı. Çünkü tayin edilip görevinden uzaklaştırılacak savcı ve hâkimlerin ortak bir özelliği bulunurdu: Ergenekon davası, Balyoz davası, faili meçhul cinayetler davası... O davaları akamete uğratmak için sarf edilen korkunç çaba, kamuoyunun sabrını taşırmış olacak ki referandumda halk, HSYK'ya unutulmaz bir demokrasi dersi verdi. Daha ilginç ve tarihî bir gelişme yaşandı. Yeni HSYK üyelerini seçmek için sandığa giden kürsü hâkimleri bile "Yeter!" dedi ve 'korsan kararname'cileri ilk seçimlerde tasfiye etti. O gün bugündür YARSAV olayın şokundan çıkamıyor ve yaşanan gelişmeyi anlamaya çalışıyor. Anlayabilirler mi? Zannetmem; zira kurucusu olduğu YARSAV adlı kuruluşun üyeleri tarafından tekrar başkan bile seçilmeyen Sayın Ömer Faruk Eminağaoğlu, sanki kendilerine halk ve yargı mensupları tarafından hiçbir mesaj verilmemiş gibi yine coşkun konuşmalar yapıyor. Mesela Haberal yüzünden verilen garip tazminat cezasını savunmak yine devrik YARSAV başkanına kaldı. Nedendir bilinmez, yüksek yargının tartışmalı ve ideolojik bulunan her kararı bu beyefendi ve belli ulusalcı çevreler tarafından savunuluyor. "Önemli değil, savunursa savunsun..." denebilir; lakin hırçın yaklaşımları yüzünden yargı mensuplarının kahir ekseriyeti tarafından dışlanan ve 'aşırı ideolojik' bulunan bir tarz ile yüksek yargının bu kadar örtüşmesi yüksek yargıyı iyice zora sokuyor. ANKARA'DAKİ DAVA TAKİP BÜROLARI! Son olaylardan sonra yüksek yargı hakkında şuyuû vukuûndan beter bir endişe her mahfilde dile getiriliyor. Başta Ergenekon ve Cihaner davası olmak üzere Yargıtay'ın zorlama kararları "Bazı kritik davalar örtbas mı ediliyor?" endişesine sebep oldu. Bu ağır itham ve derin kuşku sadece Yargıtay'ı değil adalet sistemini temelden sarsacak nitelikte. Böyle kötü bir algının oluşmasına sebep olmak fevkalade yanlış; ancak bu algının en temel sebebi üst yargının bizzat kendisidir. Dün HSYK'nın yaptığı algı hatasını bugün Yargıtay yapıyor. Üstelik bunu yaparken tüm yargı mensuplarını zan altında bırakıyor... Mesele sadece ideolojik davalarla sınırlı da değil üstelik. Üst yargı ile ilgili rüşvet iddialarının haddi, hesabı yok. Geçenlerde Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker çok doğru bir çıkış yaptı ve bu iddiaların kendilerini de üzdüğünü söyledi. Başkanı alkışlamak geçti içimden. Lakin sadece beyanla bu metin sınavdan geçmek mümkün gözükmüyor. Mesela şu an emekli bir Yargıtay üyesi rüşvet davasından tutuklu. Kamuoyu bu davayı İstanbul Ticaret Odası Başkanı Murat Yalçıntaş'ın rüşvet iddiasıyla tutuklanmasından biliyor. O davanın özü, birilerinin sürekli rüşvet vererek haksız oldukları halde dava kazanması üzerine, başka birilerinin de aynı yola tevessül etmesiydi. Daha açık konuşmak gerekirse rüşvet o kadar ayyuka çıkmış ki, herkes davasını çözebilmek için maalesef haksız bir yola başvuruyor... Üzücü manzara şu: Danıştay'da incelenmeyi bekleyen dava sayısı, 1 Nisan 2010 itibarıyla 172 bin 654 olarak açıklanmış. Yargıtay'daki dosya yükü 2008'den bu yana 1 milyonu aşmış durumda. Tutuklu yargılananlardan 2 bin 790 hükümlüden 918'inin dosyası Yargıtay'da bekliyor. Sadece geçen yıl 14 bin 809 dava zamanaşıından düşmüş. Yargıtay'da davası olanın vay haline! Dosya yükü bu kadar feci bir hale gelince adeta bir sektör oluşmuş. Halk arasındaki yaygın bilgilere göre Ankara'da bürolar var, bu bürolar yüksek yargıdaki eş, dost, akraba isimleri vererek insanlara, "Dosyanızı öne aldırırız." diyor; böylece sistem içeriden ve dışarıdan bazı kişilerin menfaat temin etmesine dayanıyor. Bu kuşkuyu destekleyecek olaylar da yaşanmadı değil aslında. Mesela rüşvet aldığı netleşen ve avukat oğlunun hukuk bürosu aracılığıyla kirli işler çevirerek üst yargıda iş bitiren Yargıtay üyesi Ergül Güryel suçüstü yakalandı. Soruşturmada görüşmelerin ses kayıtlarının, 'hukukî delil olmadığı' yönünde karar alındı. Yargıtay, görevde olan arkadaşlarına (o dönemde HSYK başkan vekilliği de yapıyordu) sadece istifa çağrısı yaptı. Böyle bir hatayı Yargıtay yapmamalıydı. Zira istifa bir ceza değildir; hele kriminal bir tespit söz konusuysa... Yargıda reform kaçınılmaz. İş yükünden kaynaklanan ve rüşvet şüphesini güçlendiren sistem ıslah edilmeli. Adamına göre adalet dağıtılırsa bu ülkede hukuk nasıl inandırıcı olabilir? Ayrıca 'derin devlet' suçlamalarının yapıldığı, darbeciliğin, cuntacılığın ve onlara bağlı karanlık eylemlerin söz konusu olduğu, devam eden davalara, üst yargının müdahil olmasıyla yargı bağımsızlığı yerle bir edilmemeli. Örtbas edilen (en azından öyle bir havanın verildiği) her dava bu ülkeyi karanlığa sürüklüyor; bunu hiç kimse görmese bile üst yargının görmesi gerekmiyor mu? Medya, bu çağrıya cevap vermek zorunda TESEV'in başörtüsü raporu üzerine, CNN Türk'te hoş bir manzara yaşandı. Cüneyt Özdemir, araştırmayı yapan kişilerle aydınlatıcı bir söyleşide bulundu. Bir ara konu başörtülü kadınların bazı sektörlerde çalıştırılmadığına geldi dayandı. Bu çok önemli bir nokta. Çünkü sağda solda özgürlüklerden bahseden önemli bir kitle başörtüsü söz konusu olunca resmen ayrımcılık yapabiliyor ve bunun hukuken bir suç olduğunu bile fark edemeyebiliyor. Oysa ayrımcılığın her türlüsü bir çeşit insanlık suçu. Ne üzücü bir gerçektir ki ayrımcılık en çok medyada yaşanıyor. Pek çok medya grubu meslekî yeterliliğine bakmaksızın sırf başörtülü diye insanlara iş vermiyor. Hatta kibarlığı ile meşhur bir eski genel yayın yönetmeni canlı yayında "Başörtülü bir gazeteci size iş başvurusunda bulunsa kabul eder misiniz?" gibi bir soru yöneltilince pek de hoşnut kalmamış ve "Ne işi var bizde, gitsin Yeni Şafak'ta çalışsın!" nevinden ilginç bir beyanda bulunmuştu. Canlı yayın azizliğine vermiştim, o onur kırıcı manzarayı; çünkü bu yaklaşım tipik bir ayrımcılıktı. Batı'da olsa bu tür sözleri sarf edene discrimination (ayrımcılık) davası açarlar. Çünkü bir iş başvurusunda cinsiyet ayrımı, din ayrımı, etnik köken ayrımı vs. yapamadığınız gibi hayat tarzı ayrımı da yapamazsınız... Her neyse... Bugünkü manzara şu: Medyanın bir bölümünde başı açık ve kapalı kadınlar hep beraber aynı işyerinde çalışıyor. Bazı kişilerin haksız yere 'yandaş' yaftası vurduğu gazete ve televizyonlara gittiğinizde kapalı ve açık bayanların aynı çatı altında mesleklerini ifa ettiğini görüyorsunuz. Bu, takdire şayan bir manzara; çünkü ülkenin sosyal gerçeği ile örtüşüyor. Aynı ahenge kendisinin yandaş olmadığını savunan medyada rastlamak imkânsız. Oysa bu ülkenin sokaklarında o çoğulcu yapı sosyal barışı perçinleyecek şekilde her gün yaşanıyor. Halkın büyük bir olgunlukla resmettiği bu manzara neden medyaya yansımıyor? Çünkü medyanın bir bölümü maalesef halktan kopuk yaşıyor ve sembol kavgalarının oluşturduğu ideolojik bloklar arasında bunalıyor. Cüneyt Özdemir cesur bir çıkış yaptı ve yıllardır çalıştığı CNN Türk'te hiçbir başörtülü gazetecinin olmamasını açıkça eleştirdi. Haklıydı. Konu sadece CNN Türk ile sınırlı olmadığı için meseleyi daha geniş bir açıdan düşünmek ve Özdemir'in demokratik çağrısına kulak vermek gerekiyor. Ma'şeri vicdan da farklı bir şey söylemiyor aslında...
<< Önceki Haber Yüksek yargı neden tartışılıyor? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER