Bahsedeceğim durumu resmetmek için Türkçemizde kullanılan şık bir söz vardır: 'Ele verir talkını kendi yer salkımı' Aynen öyle. Bizim medyanın
terör konusundaki tutumu buna benziyor. Herkese (askeri otorite hariç) verir veriştirir, herkesi sorumsuzlukla, gafletle,
ihmalle vs. suçlar; ancak laf dönüp dolaşıp kendine geldiğinde iki çift hakperest laf edemez.
O iki çift sözü sarf edenleri de adeta çarmıha gerer. Oysa terör eylemlerinin asıl maksadı silahlı
propaganda yapmaktır. Propaganda
hedef güdül
düğünde medya, meselenin aslî muhataplarından biri olur. Tetiği çeken de ona o menfur emri veren de yapılan kanlı eylemin
gazetelerde nasıl yer alacağını, televizyonlarda ne tür görüntülere yer verileceğini tahmin eder ve planını bu istikamette yapar.
PKK terörü başlayalı neredeyse 30 yıl oldu. Güvenliğin en katı uygulandığı 12
Eylül askerî rejimi sırasında PKK diye bir
örgütle tanıştı kamuoyu. Darbecilerin en temel
insan haklarını hiçe sayarak yaptığı saçmalıklar bazı insanlarımızı devletten kopardı, bu meşum örgüte yakınlaştırdı. O günden bugüne büyük hatalar yapıldı. Bazen teröristle vatandaş birbirinden ayrıştırılamadı, bazen en temel insan hakkı (ana dille konuşma gibi) bir kenara bırakıldı... Neyse ki zaman içinde hükümetler, meseleye daha insanî açılardan baktı, izlenen yanlış politikalardan
dersler çıkardı, pozisyon değiştirerek vatandaşı kazanmak için adımlar attı. Söylemler değişti, icraatlar değişti, yaklaşımlar değişti...
Kürt sorununu konuşurken değişenlerin med-cezirinde boğuluyoruz, hâlbuki asıl sorun değişen de değil; çakılı kaldığı yerden dünyadaki değişimlere kulaklarını tıkayarak eski kazanımlarını sürdürmek isteyende. Mesela PKK denen kanlı örgüt hiç değişmedi. 30 yıl önceki pozisyonundan bir milim sapmış değil. Oysa
özgürlük istediğini söylediği konularda
darbe döneminde görülen kısıtlamaların tamamı kalktı ortadan. Örgütün yıllardır dile getirdiği
faili meçhul cinayetler ve işkence konusunda devlet çok önemli adımlar attı ve bu tür metot kullanan devlet görevlilerinden
hesap sordu, soruyor. İnsan hakları ve kültürel kazanımlar konusunda bu kadar mesafe alınmışken PKK neden hâlâ Soğuk
Savaş döneminden kalma Stalinist metotlara başvuruyor ve demokratik dünyanın asla müsaade edemeyeceği bir metotla nefret oluşturuyor? Çünkü silaha dayalı
kavga düzeni örgüt şeflerinin işine geliyor. Kaotik ortamlardan elde ettikleri güç ve
kazanç demokratik paylaşım düzeninde yıkılıp gitmeye mahkûm...
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)
ülke için hayati bir önem arz ediyor. Bu duruma rağmen maalesef
terörle mücadele konusunda 30 yıldır takip ettikleri metotta en
küçük bir yenilik ortaya koyamıyor. Birkaç aylık acemi eğitimiyle 20 yaşındaki çocukları dağ başına göndermek yanlış. Yanaşık düzen eğitiminden süzülmüş gencecik çocukların vur-kaç taktiği ile her türlü hıyaneti göze alan teröristlerle savaşması mümkün değil. Gerilla yöntemleri ile pusu kurup saldırı düzenleyen bir örgütle böyle mücadele edilmez. 30 yıldır TSK'nın yeni ve
modern bir usule başvurmaması kabul edilemez. Çünkü bu
manzara sadece TSK'yı yıpratmıyor; aynı zamanda bu ülkenin itibarını sarsıyor.
Değişmeyenler listesinin en başına medyayı yazmak gerekiyor aslında. Herkesten değişim talebinde bulunan ve herkesi suçlamayı maharet sayan medya, terörün haberleştirilmesi mevzuunda bir
arpa boyu yol alabilmiş değil. Yani, 30 yıl önceki hamaset ve hamakat neyse, o aynen devam ediyor. Terör eylemi sonucunda şehit düşen askerlerimiz, şehit yakınlarının yüreklerimizi dağlayan çığlıkları, toplumda infial oluşturacak fotoğraflar, vatandaşı karşı karşıya getirebilecek üslupla yazılan kışkırtıcı metinler, ruh sağlığımızı yerle bir edecek görüntüler. Sık sık filozof havasında dile getirilen '30 yılda devlet hiç ders almadı' sözü karşısında biri çıksa ve 'Pardon! 30 yılda medya nasıl bir ders aldı bunca yaşananlardan?' dese medyanın söyleyecek tek kelimesi yok.
Terör eylemlerinden hareketle
siyaset mühendisliği yapmaya yeltenmek kolay, sıkıysa olayın sorumlularını araştır ki gazetecilik yaptığın anlaşılsın. Kimdir görevini ihmal eden, istihbarat bilgilerini değerlendiremeyen, gerekli tedbirleri almayan? Bunu sor önce. Sivilse
sivil, askerse asker, istihbaratçıysa istihbaratçı; sorumlu kimse hesap sor ki bir daha yürekler dağlanmasın! Olayların perde arkasına dair iki satır yazmayan gazetelerin ya da hadiselerde ihmal ya da kusuru bulunanlara dair tek kare görüntü yayınlamayanların her
terör eyleminin faturasını sadece siyasete kesmeleri ne kadar inandırıcı? Tabii ki siyasetçiden de hesap sormak gerekiyor, tabii ki hükümet de halka hesap vermek zorunda. Zaten sandıkta hesap veriyor hükümetler, partiler. Peki ya diğer ilgililer?
Askeriyle, polisiyle, mülki amiriyle, eğitim camiasıyla herkesin payına düşen bir sorumluluk alanı yok mu? Özellikle de medyanın sorumluluk alanı, bütün sorumlu parçaları etkileyecek bir ağırlık taşımıyor mu?
'Yaptığınız yayınlarla terörün propagandasına alet olmayın' denince bazı meslektaşlarımız rahatsız oluyor ve hemen savunmaya geçiyor. Eğriye eğri, doğruya doğru. Türk medyası, terör eylemlerini çağdışı bir medya anlayışıyla halka takdim ediyor. Dünyada bu kadar serseri yayın yapan, sorumluluk anlayışından uzak bir başka medya yok.
11 Eylül olayları sonrasında
Amerikan medyasının takındığı sorumlu tavır belli. Batı medyası terör eylemlerinin sunuluş biçiminde topyekün bir direniş ve sorumluluk sergiliyor. Bizdeki gazete ve TV yöneticileri bu durumu bal gibi biliyor; ancak siyaseti kendine göre planlamak isteyenler, terör eylemlerinden medet umuyor.
Acı olan, üzücü olan bu! Çünkü terörün hedefi demokrasinin ta kendisidir ve onunla mücadele siyaset üstü bir şuur gerektirir. '
Cenaze evinde düğün yapılmaz' diye harika bir atasözümüz var. Doğrudur. 'Ateş düştüğü yeri yakar' çünkü. Şehit cenazeleri üzerinden siyaset yapmak, kalıcı düşmanlıklar devşirmek, şehit ailelerinin çığlıklarından
reyting elde etmeye teşebbüs etmek gazetecilik ilkelerini hiçe saymak olduğu gibi, teröristlere de -istemeden de olsa-
hizmet etmek demektir.
Çıtayı yükseltmek için
Tasarım Günleri'nin 5.si bugün gazetemizin merkez binasında başlıyor. Kendi geleneğini muhkem hale getiren bu program sadece elinizdeki gazeteyi daha kaliteli hale getirmek için yapılmıyor; mesleğin çıtasını yükseltmek için gayret sarf ediliyor. Geriye dönüp bakıyorum; beş sene içinde ne kadar güzel işler yapılmış ve ne kadar harika insanlar yetiştirilmiş. Geçen senelerde programa katkıda bulunan kişilerden sadece bir kısmı: Dan Zedek (
Boston Globe Gazetesi Tasarım Direktörü), Nicki Kalish (
New York Times Sanat Direktörü), Paolo Pellegrin (Magnum üyesi ünlü foto muhabiri),
Coşkun Aral, Ali Acar (
Milliyet Görsel Yönetmeni),
Ertuğrul Özkök (Eski
Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni),
Ergun Babahan (Eski
Sabah Genel Yayın Yönetmeni)...
Bu seneki liste bile, programa sadece yurtdışından katılacak kişilerin sektöre ne kadar büyük bir ufuk açtığını yeterince gösteriyor:
Mario Garcia (100'den fazla ülkede 500 gazete
tasarımı yapmış ünlü tasarımcı), Steve McCurry (günümüzün en iyi fotoğrafçılarından sayılıyor, ünlü "Afgan Kız" fotoğrafını çeken foto muhabiri, onlarca ödülün sahibi)... Bir de bu ülkenin yetiştirdiği habercilik ve haber tasarımı üzerine donanımı olan özel kişiler var:
Enis Berberoğlu,
Salih Memecan, Bülent Erkmen,
Serdar Erener, Reha Erdoğan, Ömer
Bahar...
Gazetemizde çalışan ve haberciliğe haberdeki tasarımcılığa kafa yoran arkadaşlarımız da bu programda konuşmacı olarak katılıyor. En başta görsel yönetmenimiz Fevzi Yazıcı'yı buraya kaydediyor; bütün çalışmalarından dolayı kendisini ve ekibini
tebrik ediyorum.
Adobe ve Vitra'nın sponsorluğunda gerçekleşecek +1T programında sunum yapacak arkadaşlarımızın isimleri de şöyle: Fatih Uğur,
Mustafa Sağlam, Cem Kızıltuğ, Selahattin Sevi, Kürşat Bayhan, Selim Şimşiroğlu, Nurettin Aslantaş...
+1T'yi önemsiyoruz çünkü mesleğimizi önemsiyoruz. Mevzu sadece tasarım değil. Bu program biter bitmez habercilik üzerine yapılacak çok önemli seminerimiz var. Müsaadenizle onu da haftaya nakledeyim; çünkü o çalışmanın da önemi çok büyük....