Bu
ülkede ne zaman başörtüsü konusunda bir gayret sarf edilse, mutlaka beklenmedik hadiseler yaşanıyor. "Belki bu sefer çözülür..." umudu belirir belirmez sanki bir yerlerden düğmeye basılıyor. Belli ki bir güç, bu sorunun çözülmesini istemiyor. Belli ki birileri 'çözüm'den yana durarak; hatta umut dağıtıp kışkırtarak mağdurları bir kere daha tuzağa düşürüyor.
Bütün kamuoyu araştırmaları gösteriyor ki,
halkın ezici bir çoğunluğu üniversitelerde yaşanan başörtüsü sorununun bir an önce çözülmesini istiyor. Zaten sokaktaki
manzara bu arzuyu yeterince resmediyor. Halk arasında 'sorun' olmayan bir mevzu, nasıl oluyor da onlarca yıl sürdürülen bir gerilimin odağında durabiliyor? Aşikâr bir gerçek var ki çok
küçük ama çok gürültülü bir zümre başörtüsünden, aslında dini çağrıştıran her şeyden, nefret ediyor. Bu dar görüşlü marjinal kitlenin ne
demokrasiye inancı var, ne
inanç özgürlüğüne. O yüzden bu küçük grubun hezeyanlarına göre
toplumu, 'hizaya getirmek' doğru bir yaklaşım değildir.
Bir de demokrasi ve insan haklarına inandığı halde başörtüsü gibi konulara şüpheyle hatta endişeyle yaklaşanlar var. Buradaki iyi niyet, oturup konuşmaya cesaret veriyor. Ancak konuşma atmosferinin oluşturulması için en asgari kriter, hiçbir ayrımcılık yapılmaksızın herkesin özgürlüğünü savunmak olmalı. İnsanların inanç ve
ifade özgürlüğü en temel hak sayılmalı ki, herkes birbirinin hayat tarzına saygı duyabilsin. Eminim paylaşım kültürü arttıkça, çoğulcu ve katılımcı demokrasi güçlenecek ve başörtüsü sorununu da kapsayacak formüller eşliğinde toplum rahat bir nefes alacak. Bu rüyanın gerçekleşmesi için saygıya, sevgiye, empatiye, tahammüle ihtiyaç var. Bu bir ufuk çizgisidir; kanunla, yönetmelikle, tüzükle vs. çözülemez. Herkes bilecek ki başkasının özgürlüğü kendi özgürlüğünün sigortasıdır. 'Öteki'ne duyduğumuz saygı, kendimize duyduğumuz saygının yansımasıdır.
Başörtüsü (ya da inançla ilgili diğer hassas konular) gündeme geldiğinde karşımıza çıkan bir başka kitle daha var: Kaygıyı körükleyen, ayrışmayı derinleştiren, toplumsal barışı zedeleyen bu kitlenin zamanlamasına ve
algı yönetimine dikkat etmek gerekiyor. Kılıktan kılığa giren ve kimi zaman 'laikçi söylemler'e başvuran bu hırçın azınlığın, kimi zaman da dinî kostümler içine girmesi şaşırtıcı bulunabilir. Yakın tarihimizi iyi bilenler için
sürpriz değil ortaya çıkan manzara. Bu ülke ne zaman derlenip toparlanacak olsa içeriden yapılan hamleler yüzünden toplum birbirine düşürülür. 'Aleviler'le 'Sünniler'in hangi dönemde nasıl çatıştırıldığı, 'laikçiler'le 'İslamcılar'ın nasıl birbirine düşürüldüğü, 'sağcılar'la 'solcular'ın birbirini nasıl acımasızca öldürdüğü artık herkes tarafından biliniyor.
Türkiye'nin bugün geçtiği süreçte iki hassas konunun provokasyona çok uygun olduğu gözleniyor: Dinî semboller üzerinden çıkartılacak
kavgalar ve '
Kürt sorunu' etrafında oluşturulacak toplumsal çatışmalar. Bu iki konuya kışkırtıcı yaklaşan kitlelere dikkat! Hangi cenahtan gelirse gelsin, hangi imajla sergilenirse sergilensin, 'karşı taraf'ı öfkeye sevk etmek isteyenlerin iyi niyetinden şüphe etmemek mümkün değil.
Bu ülkenin tabii seyri içinde çözemeyeceği hiçbir sorun yok. Tabii seyirden kastım, bu milletin, gücünü toplum vicdanından alan, hoşgörüye, sevgiye ve empatiye dayalı refleksidir. Oradaki dinamizmi bir kenara bırakarak sorun çözmek; hele o sorunları çözerken acele edip başka sorunlara yol açmak ya da geç kalarak mevzuu mundar hale getirmek, çoğu kez provokasyoncuların işine yarıyor. Yarayı kaşıyarak
tedavi yapılabilir mi?
Bu ülkenin bir gün
özgürlük tarihi de yazılacak. Bugün bir kısım değerlerin arkasına sığınarak '
yasakçı politikalar' üretenler; ya da o politikayı güçlendirmeye yönelik operasyonel icraatlarda bulunanlar, müstakbel o tarihte kendilerine ayrılacak yerden mutlu olmayacak. Çünkü özgürlük tarihi yazanlar eserlerini inşa ederken, baskıcı, dayatmacı, çatışmacı çehreleri unutmayacak. Bugünkü korkular, yarınki nesiller nezdinden absürt mazeretler haline gelecek. Onca karmaşanın içinde sağ gösterip sol vuranlar, soldan yaklaşıp sağ çakanlar vs. ayrı bir bölümde değerlendirilecek; çünkü bugün çeşitli taktiklerle yürütülen maskeli kavga yarın daha net anlaşılacak. Zira maskeli balo sonsuza kadar sürmeyecek; dünya tarihindeki onlarca örnekte olduğu gibi...
Medyanın hali bu!
Demokrasimizin ahvalini görmek istiyorsanız önemli ve
test mahiyetindeki herhangi bir hadiseyi bir günlük laboratuvara taşıyın. Kim ne kadar demokrat, kim ne kadar yasakçı, kim ne kadar buyurgan, kim ne kadar 'halkçı', o laboratuvardan çıkarmak mümkün.
Mesela 21
Ekim tarihli
gazetelere bakın. 'Bir gün öncesi kim ne demiş?' sorusunun cevabını arayın, o cevabın gazete sayfalarına yansımasını dikkatle izleyin. Neden 21 Ekim? Hatırlayalım:
Meclis'teki bütün partiler üniversitede okuyan başörtülü öğrenciler için çözüm görüşmeleri yapıyor. Bir uzlaşma çıkar ya da çıkmaz; ancak Parlamento'nun bu uğurda bir irade ortaya koyması güzel bir gelişme. Keşke hep konuşa konuşa mesafe alınabilse...
Görüşmeler devam ederken
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı, Meclis'te grubu olan bütün partileri tehdit eden bir beyanda bulundu. İşte sınav tam da burada başlıyor. Hem partiler için hem medya için.
CHP dışındaki partiler Sayın Başsavcı'ya tepki gösterdi.
Meclis Başkanı Mehmet Ali
Şahin, "Bu bildiriyi yayınlayan makamın bildiriyi derhal geri çekmesini, Türk milletinden ve onun temsilcisi
TBMM'den özür dilemesini bekliyorum." dedi, MHP Genel Başkanı
Devlet Bahçeli, "TBMM üzerinde 'yargı kayyumluğu' tesisi anlamına gelecek açıklamalar, bu bakımdan TBMM'nin görev ve yetkilerine kabul edilmez müdahalelerdir." dedi ve haklıydı. CHP'yse yine yanlış yola girdi. Demek ki, 27
Nisan sonrası gösterdikleri anti-demokratik tutumun faturasını unutmuşlar. Umarım Kemal Bey, bir daha çizilen çıkmaz sokağın sonunu görebiliyordur...
Gazetelerin tutumu da çok önemli. Eski alışkanlıkların altında ezilen bazıları, "Başsavcı'dan dur ihtarı!", "Partilere örtülü uyarı", "
Yargıtay'dan sert uyarı", "Zaman ayarlı yargı bombası", "Başsavcı'dan sert uyarı" gibi başlıklar kullandı. İyi de bu ülkeyi başsavcı mı yönetiyor? Bir savcıya uyarı/ihtar yetkisi veren,
muhtıra yetkisi de vermez mi?
Partilerin demokratikleşmesi yetmez; medya da demokratikleşmek zorunda. En azından Meclis'e saygı duymak, onun dışındaki güçlerin tehdit kokan sözlerinden medet ummamak gerekiyor...
Yepyeni bir
dergi, yepyeni bir ufuk
Türkiye sevdalısı herkese bir de müjdemiz var. Zaman Ailesi'ne yeni bir dergi katılıyor. İsmi Turkish Review, kısacası TR. Anlaşılacağı üzere
İngilizce bir dergi bu ve öyle haftalık bir haber dergisi değil. İki ayda bir yayımlanacak, analitik makaleleriyle, dönemi özetleyen dosyalarıyla Türkiye'yi tanımaya çalışanlara yardımcı olacak bir dergi.
Aslında "review dergiciliği" Batı'da oldukça iyi bilinen bir şey. Bizde ise ne hikmetse böyle bir dergi anlayışı pek gelişmedi. Türkiye her geçen gün daha da merak edilen bir ülke. Dünyanın dört bir yanında, "Türkiye'de neler oluyor?" sorusuna
cevap aranıyor. İşte TR, bu cevabın peşinde. Önümde, bir hafta içinde basılıp dağıtılacak Turkish Review dergisinin ilk sayısı bulunuyor.
Ağustos ve eylül aylarında Türkiye'de olup biten hemen her şeyi bulabiliyorum orada. Tabii ki İngilizce okuyan bir
yabancı kitlenin anlayabileceği dil ve üslupla.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın Türk ve dünya ekonomisi hakkındaki makalesi de var; derginin
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'yla yaptığı hayli uzun
röportaj da...
Salih Memecan, bu kez
karikatürist olarak değil, yazar olarak yer almış derginin sayfalarında.
Lale Kemal'in Türk ordusunun yeni
komuta kademesi hakkındaki yazısını, Faruk Mercan'ın Türk ordusundaki anti-Amerikancılığın temelleri konulu yazısı tamamlamış. Dergi, her sayısında yayın döneminin en önemli konusunu masaya yatıran bir
tartışma programı da düzenliyor ve bunun çözümünü yayımlıyor. İlk sayıda
Mehmet Sevigen, Ümit
Fırat, Fatma Barbarosoğlu,
Markar Esayan ve
Bülent Korucu, referandumun sonuçlarını tartışmışlar. 128 sayfalık dergi eminim her yeni sayısında kendisini geliştirecek. Bunda sizlerden gelen eleştirilerin ve fikirlerin de katkısı olacak muhakkak. Şimdilik şu kadarını söylemekle yetinelim: Turkish Review, Türkiye'yi anlama ve anlatma gayretinin bir ürünüdür. Bugünden itibaren bayilerde olacak dergiye www.turkishreview.org internet adresi üzerinden de abone olabilirsiniz.