CHP Mersin Kadın Kolları'nın çarşaf yırtarak düzenlediği
eylem her kesim tarafından tepkiyle karşılandı. En anlamlı tepki CHP'den geldi.
Geçen sene "çarşaf
açılımı" yaparak muhafazakâr insanları da kucaklamaya çalışan CHP'li yetkililer bu eylemin "kabul edilemez" olduğunu söyleyince Mersin
Kadın Kolları topluca
istifa etmek zorunda kaldı. Son hamleyi CHP lideri Deniz
Baykal yaptı ve "CHP'nin hiç kimsenin
giyim-kuşamına, ahlakına, kültürüne müdahale hakkı yoktur. Herkes inancında, yaşayış biçiminde, giyiminde özgürdür." dedi. Aslında tek başına bu vak'a bile CHP'nin yaşadığı tereddütleri gösteriyor. CHP bir yandan
halkla barışmak istiyor; diğer yandan parti içindeki bazı sert yaklaşımlar partiyi halkla karşı karşıya getiriyor.
Geçenlerde
Sabah yazarı
Sevilay Yükselir (17.02.2010) CHP
İstanbul kongresini yerinde takip ederek önemli ayrıntılara temas etti. Oradan kaleme aldığı izlenimleri dikkate almak lazım. 'Son derece tatsız ve sönük' diye nitelediği kongrede
Alevilere mahsus çok ince ayrıntılar verilmiş. Anlatıldığına göre salonda büyük bir Alevi delege yoğunluğu varmış. Biraz da bu yüzden
Onur Öymen salona gel(e)memiş. Salonda Öymen'in konuşmasına verilecek muhtemel bir gerginlik hâkimmiş. O yüzden de bol bol sazlar çalınmış, Alevi türküleri söylenmiş, semah yapılmış.
Gönül almaya yönelik onca gayrete rağmen Alevilerin durumunu şöyle izah ediyor Yükselir: "Sadece oyuna oyunla
cevap verdiler. El altından, sessizce, mümkün olduğunca Alevi üyenin delege olmasını sağlayıp, büyük kurultaya hazırlığa giriştiler. Kulislerde konuştuğum Alevi delegelerin niyeti Onur Öymen'i mayısta liste dışı bırakmak. Sadece onu mu? Değil tabii..." Sabah yazarının içeriden sunduğu tablo bu. Ona göre, "Eğer mayıstaki kurultayda Alevi partilileri tatmin edecek bir liste çıkmaz ise CHP'den büyük kopuşlar yaşanacak".
Görünen o ki parti, Alevilerle de barışmak istiyor. Ancak Alevi meselesi ile ilgili yeni bir şey söyleyemiyor. Hatta eski özgürlükçü söylemlerini bile çoktan unutmuş gözüküyor. İstanbul Belediye Başkanlığı
seçiminde
Kemal Kılıçdaroğlu için hem Alevi oylarını topladılar hem
Kürt oylarını. Ancak ne Aleviler CHP'den memnun ne
Kürtler. Çünkü parti, daha önceki değişim söylemlerini AK Parti'ye kaptırdı. Alevi çalıştayları yapılıyor, demokratik açılım için çaba sarf ediliyor; ancak CHP sadece 'istemezük' diyor başka bir şey demiyor. Oysa bir zamanlar bu konularda CHP, 'değişimci' bir yol izlemeye çalışırdı. Şimdiki tavrı adeta şöyle bir
mesaj veriyor: "Ey
iktidar! Hiçbir şeye dokunma, bu ülkede her şey tıkır tıkır işliyor. Sistem mükemmel, ne Alevilerin sorunları var ne Kürtlerin..."
CHP tam bir kimlik bunalımı yaşıyor. Tabandan yükselen katılımcı
demokrasi taleplerini 'irtica tehlikesi' ile savuşturmaya kalkışıyor. O da çok problemli bir
tercih. Zira seçim döneminde "çarşaf
açılımı" yapacağım diye Sultanbeyli'den çıkmayıp, sakallı hacı amcalara ve çarşaflı teyzelere parti rozeti dağıtınca halka barışmış olmuyorsunuz ki! Erzincan'da yaşanan çok açık. Devlet eliyle millete tuzak kurma suçundan yargılanan devlet görevlilerini savunan bir Halk Partisi nasıl halkın partisi olabilir ki? Neymiş? Konu İsmailağa
Cemaati ile ilgiliymiş. Ne fark eder? Sultanbeyli'de sarmaş dolaş olduğunuz insanlar kimse, bu insanlar da o. Kanuna saygılı, vergisini ödeyen, kendi evrad-u ezkarıyla meşgul insanlar bunlar. Kaldı ki tarzlarını beğenmesen bile ortada suç yokken suç uyduran devlet görevlilerine dair iddianın seni de ürpertmesi gerekmiyor mu?
Deniz Baykal aslında yılların siyasetçisi ve halkı iyi tanıyan tecrübeli bir insan. Bir zamanlar 'inanca saygılı
laiklik' üzerine güzel şeyler de söylemişti. Parti odasına Şeyh Edebali'nin hikmet dolu sözlerini asan da oydu.
Meclis kürsüsünden
İmam-ı Azam'dan İmam-ı Ebu Yusuf'a kadar pek çok fukahâdan iktibas yapan da odur. Tarikatları da, cemaatleri de gayet iyi bilir. Onların sosyal hayatın manevi dinamiklerinde nasıl büyük bir boşluğu doldurduğunu Deniz Bey bilmezse hiç kimse bilemez. O yüzden Cübbeli Hoca diye bilinen bir kişiye 'Geçmiş olsun' diye
telefon etmesini pek çok insan yadırgamıştır ama Baykal'ın günlük hayatındaki itidalini bilenler hiç şaşırmamıştır. İki meslektaşımız canlı yayında "
Fethullah Gülen ile de konuşur musunuz?" dediğinde verdiği olumlu cevabı da yadırgamadım. Çünkü Baykal, halkla
kavga edilmeyeceğini bilen bir siyasetçidir. Ne Alevilere düşmandır aslında ne
Sünnilere. Tarikatların da sosyal gerçekliğinin farkındadır, cemaatlerin de. Kürtlerle de barışmak ister, diğer etnik gruplarla da. Ancak Deniz Baykal da zaman zaman partinin yaşadığı bu tereddütlere
boyun eğerek Başbakan'a hitaben, "Seni Hikmetyar yetiştirdi, bizi
Mustafa Kemal." gibi oldukça sığ bir yaklaşımı dile getirebiliyor. Siyasi üslup açısından ne kadar da üzücü...
CHP
İstanbul İl Başkanlığı görevini ifa ederken
Gürsel Tekin ilginç yaklaşımlar ortaya koydu. Dindar kitleler başta olmak üzere halkın tamamıyla kucaklaşmayı denedi CHP il teşkilatı. Meyvesini de aldı aslında. İstanbul gibi çetin bir yerde CHP'ye pek şans tanınmıyordu ama ortaya konan kuşatıcı tavır ilgi gördü, sevgi uyandırdı.
Çarşaf açılımının mimarı sayılan Tekin'e CHP içinden çok ağır eleştiriler de geldi. O da söylenmesi gereken gerçeği tüm samimiyetiyle ortaya koyarak 'partiye paraşütle katılanlar'ı işaretledi. Aslında meselenin bam teli de buydu. CHP'de paraşütle siyasete dâhil olanlar halkı içine sindirmiyor. Vaktiyle üniversitelerin girişinde 'ikna odaları' kurarak
modern faşizmin simgesi haline gelenlerden 'katılımcı ve çoğulcu demokrasi' beklemek doğru olmayabilir. Ancak CHP, İstanbul İl Teşkilatı'nın yaptığı gibi Alevi-Sünni demeden, Kürt-Türk ayrımı yapmadan, başörtülü-başı açık ayrımcılığına taviz vermeden, cemaat-cemiyet deyip vatandaşı yaftalamadan herkesi kucaklamak zorunda. Bunu başarabilmek için önce kendine yeni bir kimlik oluşturmalı. O kimlik, özgürlükçü, çoğulcu, halktan yana,
sistemi sorgulayan yeni bir söylemi kaçınılmaz kılıyor. Üstelik şimdi buna daha çok ihtiyacı var partinin; eski CHP'li
Mustafa Sarıgül, yüzü halka dönük bir sosyal demokrat parti ile CHP'nin oylarına
rakip oldu.
Ne var ki CHP bugün halkın her kesimiyle bir yandan iyi olmak istiyor, diğer yandan onlarla çatışmaktan kendini alamıyor. Çünkü Halk Partisi kendini halkın partisi olmaktan daha çok, devletin partisi gibi görüyor. Bu nedenle düne kadar yerden yere vurduğu statükoya sarılıyor, halktan uzaklaşıyor. Halkla barışmak için, İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin'in başörtülü ablasıyla kongreye gelmesi yetmiyor mesela. Özgürlükçü duruşuyla takdir toplayan Tekin'in CHP yönetimini ikna ederek tüm başörtülü insanımıza sahip çıkması gerekiyor. Yoksa CHP, sahil şeridine mahkûm elit bir zümrenin partisi olarak kalacak...