Özel Harp ve medya


Hadiseler o kadar hızlı yaşanıyor ki bazen olayları takip etmek, tahlil etmek imkânsız hâle geliyor. Birkaç haftaya sıkışan itiraflara bakar mısınız lütfen? Milli Güvenlik Kurulu (MGK) eski Genel Sekreteri emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, Habertürk'e ilginç beyanlarda bulundu. Özel Harp Dairesi başkanlığı da yapan Yirmibeşoğlu diyor ki: "Halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Bir cami yakılır. Kıbrıs'ta cami yaktık biz. Cami yakılır mesela..." Türkiye'de gerçekten bağımsız medya varsa gazeteler korkmadan, çekinmeden arşivlere bakmalıdır. Acaba o yayınlar çıkartılırken Türk basını Özel Harp'in maksadına uygun yayın yaptı mı, yapmadı mı? Benzer olaylarda basın ne kadar titiz davrandı, hadiselere tecessüsle mi yaklaştı, yoksa Özel Harp'in kendisine dikte ettiği rolü mü üstlendi? Özel Harp ile medya ilişkisi sadece tarihin karanlık sayfasına ışık tutmayacak; aynı zamanda geleceğimizi aydınlatacak. Çünkü bu ülkenin her kritik döneminde Özel Harp taktikleri uygulandı. 1960 Darbesi'nin hazırlık safhasında kirli propagandalar yapıldı. Basına sızdırılan bazı yanlış bilgiler 'zinde güçler'in demokrasiye müdahalesini hedefliyordu. Balyoz Eylem Planı'nda Beyazıt ve Fatih camilerinin bombalanması, teferruatıyla anlatılıyordu. O kadar ki bombayı kimin atacağı, olay yerine hangi astsubayların geleceği, hangi askerî yetkililerin Fatih halkını kışkırtıp askerî tesislere saldırtacağı ve bu kurgulanmış saldırıda kimin "İstanbul üzerine çökeceği" belirlenmişti. Suçüstü yakalanan birileri buna "Savaş Oyunu" dedi; ancak yeryüzünde böyle bir oyun yoktu. Gerçek isimler, gerçek mekânlar belirterek oyun mu oynanırmış? Elinde silah bulunan, tank bulunan, uçak bulunan birileri "Kendi uçağımızı düşürüp Yunanistan'la savaşalım..." senaryosu yazabilir mi? Balyoz Planı'nda cami bombalaması ortaya çıktığında dönemin Genelkurmay Başkanı, kükreyen bir ses tonuyla, "Allah Allah diyerek savaşa giden ordu, cami bombalar mı?" demişti. Özel Harp eski Başkanı şimdi diyor ki: "Kıbrıs'ta cami yaktık." Buyurun, manzara budur. Demek ki, 'halkın mukavemetini artırmak için' psikolojik harp yapılabiliyor. Peki, medya ne yapıyor? Bu harbin bir parçası mı oluyor; yoksa bağımsızlığı gereği karanlık senaryoya karşı direniyor mu? Yirmibeşoğlu, bir başka gazeteciye de itiraflarda bulunmuş ve 6-7 Eylül olaylarının devletin istihbarat örgütü tarafından tezgâhlandığını hatta bunun mahkemece tespit edildiğini söylemişti. 6-7 Eylül 1955'te Rum vatandaşlarımızın evleri ve işyerleri yağmalanmıştı. O kaotik ve karanlık olayların da baş aktörü maalesef gazetelerdi. O günlerde atılan manşetlerle halk galeyana getirilmiş, Rum vatandaşlarımız mağdur edilmişti. Psikolojik harp taktikleriyle basın arasındaki ilişkinin en çarpıcı örneklerinden biriydi 6-7 Eylül olayları. Ama o olaylar maalesef ne ilkti ne de son... 'Halkın mukavemetini artırmak için' bazı bombaların bir kısım askerî yetkililer tarafından nasıl patlatıldığı; sonra bunun 'örgütler' üzerine nasıl atıldığı da emekli Korgeneral Altay Tokat tarafından anlatılmıştı: "Benim zamanımda ben de bir-iki kritik noktaya bomba attırdım. Benim meselem mesaj vermekti. Batıdan gelen memurlar, hâkimler işin ciddiyetini anlamıyor. İşi basite almaya çalıştılar, rastgele dolaşıyorlar. Oraya buraya gidiyorlar. Hizaya gelsinler diye evlerine yakın iki yere attırdım." Yine hafta içinde internete düşen ve emekli Albay Arif Doğan'a ait olduğu iddia edilen bir ses kaydında şu dehşet ifadeleri vardı: "Alevilere saldıran saçlı sakallı profesyonel bir ekibim vardı. Ben her tarafa gizli adam bırakmıştım. Alevi olan kesimlere saldırmaları için. Hepsi de saçlı, sakallı, bıyıklıydı. Bütün Türkiye'deki yapı bana bağlıydı." Bu sözleri söyleyen Arif Doğan, özel harp taktiklerini en sık kullanan JİTEM'in kurucusu olarak biliniyor. Ergenekon örgütünün uzmanlık alanı psikolojik harekâttır. En çarpıcı eylemlerden biri Danıştay Saldırısı'dır. Danıştay'ın başörtüsü hakkında verdiği vahim ve hatalı karar sonrasında gerçekleştirilen eylem, tam bir psikolojik harp hamlesiydi. O gün ekran ekran dolaşıp, 'irtica tehlikesi'ni anlatanlar, gerçekler ortaya çıktıkça utandılar mı, halktan özür dilediler mi? Hayır. Çünkü her alanda (özellikle de medyada) bazı kişiler psikolojik harp gönüllüsü gibi çalışıyor. Bundan bir zevk mi alıyorlar, yoksa kendilerini mükellef mi görüyorlar, bilemiyorum. Ancak şu gerçeğin altını çizmek bir vebal borcudur. Geçmişte Türkiye, psikolojik harbin taktiklerine boyun eğerek nesillerini, ümitlerini kaybetmiştir; ama artık bu uğursuz yolun sonu gelmiştir. Çünkü artık medya tek sesli, tek yönlü değildir. Yaşanan her hadiseye tecessüsle yaklaşan, olayların perde arkasını araştıran ve Özel Harp buyruklarına boyun eğmeyen, gücünü halktan ve haktan alıp bağımsızlığını hiçbir güce devretmeyen bir medya da bulunmaktadır. Keşke bu dinamik ve çoğulcu yapı 12 Eylül'de de, 28 Şubat'ta da olsaydı. O zaman halkın psikolojisini bozacak bazı kirli tezgâh sahipleri bu kadar kolay sahne alamayacaktı. Özel hayat mı, bir olayın iç yüzü mü? Emniyetçi Hanefi Avcı, birkaç ay önce bir kitap yazdı ve kocaman bir kitle hakkında çok ağır ithamlarda bulundu. Çıktığı bir televizyon programında kitabını şerh etti ve ısrarla kendisinin "itibarsızlaştırılacağını" söyledi. Avcı'yı dinlerken bir telaş yaşadığını hissetmiştim. Nitekim bazı köşe yazarları, bu konuda ciddi sorular yöneltti. Pek çok kişi gizli ve özel hattın kime ait olduğunu, dinlemenin yasal olup olmadığını, Avcı'nın bir örgüt dinlemesi sırasında o yasal dinlemeye takılıp takılmadığını sordu. Her konuda ahkâm kesen Hanefi Bey, bu kritik sualler gündeme geldiğinde susmayı tercih etti. Hafta içinde Devrimci Karargâh operasyonu başlayınca Avcı'nın telaşı da anlaşılır hâle geldi. Meğer, polis, Hanefi Bey'i dinlemiyormuş; Devrimci Karargâh adlı polis katili bir örgütü takip ediyormuş. Eski polis müdürünün gizli bir numarayla sadece bir kadınla görüştüğü ortaya çıkarıldı. O kadın da terör örgütüne mensup olmak suçundan yasal olarak dinlenen bir kişiyle irtibatlıymış. Olacak şey mi; Hanefi Bey bahsi geçen kadınla bir evde kalıyor, gazeteler arayınca, "Gaziantep'te, tatildeyim." diyor. Ne var ki, Habertürk muhabirleri Avcı'yı, Ataköy'de bahsi geçen hanımefendinin evinin önünde yakalıyor. Avcı, hanımefendi ile 'duygusal ilişki'yi kabul ediyor; ancak geri kalan iddiaların iftira olduğunu söylüyor. Şimdi gazetecilik açısından keskin bir yerdeyiz. Ortaya çıkan Hanefi Avcı manzarasını haber yapmak özel hayat mı, örgütsel bir deşifre mi? Şayet Hanefi Bey, "gizli telefonum" dediği hatla sadece örgüt bağlantılı bir kişiyle görüşmeseydi, bazı ağır suçlamaları yöneltirken, "Gönül ilişkim doğrudur." sözünü ta baştan ifade etseydi; yazdığı kitabın öfke hatta hezeyanlarını bu 'gizli numara'ya bağlamasaydı tabii ki bu mesele özel hayatla sınırlı kalırdı. Ancak sen alavere işlere bulaştın, o işler yürütülürken yasal bir dinlemeye takıldıysan ve bunu örtbas etmek için sansasyonel iddialara sığındıysan seninle ilgili bu gelişme haber değeri taşır. Devrimci Karargâh operasyonu sırasında dinlemeye alınan ve Hanefi Avcı'nın takip edilmesine sebep olan Necdet Kılıç, mahkemece tutuklandı. Şimdi Avcı, örgüt üyesi bir adamla ilişkisini izah etmek zorunda. "Aramızda duygusal ilişki var." dediği kadınsa bu 'ilişki'yi önce inkâr ederek, "Sadece dostuz." açıklaması yaptı. Daha sonra iddiaları doğruladı. Nereden bakılırsa bakılsın, burnumuza iyi kokular gelmiyor. Oysa Hanefi Bey, Haliç'in pis koktuğu günlerde orada piknik yapanlardan ilham(!) alarak o malum kitaba bu ismi vermişti. Demek ki burnu çok hassas değilmiş. Panik içinde oraya buraya taş atmadan cam bir fanusta yaşadığını düşünmeliymiş. Yazık! Bu aşamadan sonra bazı gazetecileri yardıma çağıracaktı herhalde. Madem kitabı beraber yazdınız, madem medya planlamasını ve reklam çalışmasını birlikte planladınız; hiç olmazsa gerçeği itiraf edin ki, hedef saptırma çalışmasını vatandaş tastamam anlayabilsin.
<< Önceki Haber Özel Harp ve medya Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER