Yüksek
Askerî Şûra (YAŞ) sırasında yaşananlar o kadar ses getirdi ki, bazı hadiseler o toz
duman arasında kaybolup gitti.
Oysa bazıları öyle çarçabuk unutulmamalıydı. Mesela
Norveç'te yaşanan ırkçı
cinnet!
Avrupa'nın göbeğinde bir adam 76 kişiyi öldürdü. Üstelik arkasında bin 500 sayfalık güya bir manifesto bıraktı. Yeni bir haçlı seferi başlattığını düşünen
katil Breivik'e göre,
İslam'ın varlığı dünya için en büyük tehdidi oluşturuyor. Adam İslam tarihini de o tarih içinde Türklerin oynadığı rolü de kendi çarpık itikadına göre yorumluyor.
Ergenekon örgütüne sempati duyuyor, onları tedbirsiz davranmakla, kendilerine aşırı güven duydukları için hata yapmakla suçluyor.
Avrupa'da yükselen "İslam fobisi"nin böyle ucubeler doğuracağı aşikârdı. Ayrımcılığın derinleştiği, nefret suçunun taçlandırıldığı Avrupa'da, böyle vahim manzaralar kaçınılmazdı. Sonuçta bir deli "Avrupa'yı uyandırmak için" 76 insanı öldürdü. Bu korkunç manzarayı daha karmaşık kâbus haline getiren durum, dünya medyasının Norveç baskınına yaklaşım biçimidir. İnanın hadisenin kendisi ne kadar vahşi ise, onun sunuluş biçimi de o kadar vahşidir. Norveç'teki kanlı hadise sonrasında dünyanın önde gelen
gazete ve televizyonlarının yaptığı yayınlara lütfen bir kez daha bakın. Akıl, irfan, izan... Batı'nın objektiflik adını verdiği kriterden zerre miktar bulmak mümkün değil. İşte bazı çarpıcı örnekler: CNN: "
Saldırı El-Kaide' class='textetiket' title='El Kaide haberleri'>El Kaide'nin işi çünkü Norveç gazeteleri Hz. Muhammed'e
hakaret eden karikatürleri yayınlamışlardı"; FOX: "Bir defa daha İslamcı köktendincilerin işi";
Washington Post: "Katliam, çok başlı yılan olan cihat gruplarının işi";
Wall Street Journal: "El Kaide olayla irtibatlı olmasa da, ilham kaynağı";
New York Times: "Sorunun temelinde
Müslümanların Avrupa'ya göçmeleri var".
Avrupa ve
Amerika basını, çok uzun zamandan beri büyük bir çözülme yaşıyor. Özellikle 11
Eylül saldırısından sonra İslam'a karşı eşi benzeri zor görülür bir önyargı var. Sadece peşin hükümlülükten kaynaklanmıyor mesele. Alelacele yapılan haber ve yorumlarda kara
propaganda arzusu da seziliyor. Dünyanın hangi köşesinde bir kibrit ç
akılsa, bir kıvılcım parlasa, bir
yangın baş gösterse faturayı İslam'a ve Müslümanlara çıkarmaya hevesli medya.
"Yazıklar olsun!" d
emek için kaleme almıyorum bu satırları. İslamî hassasiyeti olan kişiler hançereleri yırtılırcasına medyayı İslam düşmanlığı ile zaten suçluyor, kınıyor, hatta bazen lanet okuyor. Bir faydası oluyor mu beddua okumanın? Tam tersine; kara propagandanın dozajı artıyor; hatta ölçüsüz tepkiler yüzünden bazen Müslüman kitleler için biçilen kötü
imaj bu sayede büsbütün pekiştiriliyor.
Tabii ki İslam, bu kara propagandayı hak etmiyor. Çünkü bu din sevgi, merhamet,
şefkat,
adalet, barış üzerine kuruyor kendi manevî dünyasını. Elbette İslam, terörün hiçbir türüne taviz vermiyor... Ancak dünyada medyanın her alanından bizar kalmış ve bitap düşmüş İslam dünyası, yaka silktiği bu alanlara emek veriyor mu? Maalesef hayır. Daha doğrusu emekler cılız, gayretler yetersiz. Ne sinemada ciddi bir tefekkür cehdi var, ne tiyatroda. Gazeteciliği piyasa medyasının bütün virüslerine teslim olarak yapmak ve sonra kendisi olarak kalmak mümkün mü?
Açık söyleyeyim: Maalesef İslam dünyasının duyarlı bir medya oluşturma adına ne ciddi ve yapıcı bir sancısı vardır, ne de çocuksu romantizmden ayıklanmış projeleri. Kınama yaparak bir yere varılsaydı bugün onca olumsuz hadisenin hiçbirine şahit olmazdık. Bir anlamda bal tutan parmağını yalıyor: Hangi milletler, hangi güç odakları, hangi lobiler medya alanında insana yatırım yapmışsa onlar sadece hadiseleri nakletmiyor, insanlar ve kitleler için imaj değerleri oluşturuyor. "Neden böyle yapıyorsunuz?"
isyanının tabii ki kalplerde bir karşılığı var; ancak "Bu alanda insana yatırım mı yaptınız ki!" püskürtmesi karşısında tutunacak bir dal olmadığı da acı bir gerçektir.
Mesele gelip sanata, kültüre, medyaya dayanınca diğer alanlarda başarıdan başarıya koşan kitleler bile açmazlarla karşı karşıya kalıyor. "
Medyada yeni bir tarafgirlik oluşsun" ya da "Bugün Müslümanlara yapılan yanlışlar Müslümanlar tarafından başkalarına yapılsın" demiyoruz kuşkusuz. Adalet, zulmün rengini değiştirmek suretiyle yaşatılamaz. Demek istediğim şey gayet net: Pek çok konuda olabildiğince duyarlı ve planlı olan İslam dünyası, gerçeği hakkıyla yansıtmanın ilk adımı olan medya konusunda yeterince gayretli değil. Fotoğrafın tamamını kuşatacak bir vizyonla bakmıyor hadiseye. Uğradığı haksızlığa isyan edip mızıklanacağına bu alanda insana yatırım yaparak yalan haberin, kasıtlı yorumun, çarpık nakillerin önüne geçemiyor. İslam dünyası (tabii ki
Türkiye de buna dahil), adalet ve hakkaniyeti ölçü alan bir medya üzerine şakaklarını zonklatmadıkça ve elindeki kaliteli insan gücünü bu merkeze odaklamadıkça başına daha çok büyük gaileler açılır.
Oklahoma 1995 yılında bombalanmış, Timothy McVeigh'in cinayeti o zaman da alelacele Müslümanların üzerine yıkılmıştı. İkisi arasında 16 sene var. Demek ki hiçbir şey değişmemiş. Böyle giderse daha çok 16 sene geçer ve Müslümanlar bu amansız propagandalardan kurtulamaz.
Ne oldu, Karagümrük yandı mı?
Ergenekon davaları ile ilgili ortaya çıkan en somut delilleri bile görmezden gelerek masumiyet karinesine, 'zanlılar kesinlikle suçsuzdur' anlamı yükleyenler, konu
Deniz Feneri'ne gelince elde avuçta ne varsa her şeyi dibine kadar kullanıyor. Daha şimdiden Deniz Feneri şüphelilerini kesin suçlu ilan ettiler bile.
Hafta içinde yaşanan bir
gözaltı bazı kesimlerin yargıya intikal eden davalarda ne denli yanlı olduğunu ve nasıl bir çifte standart gözettiğini gözler önüne serdi. Sunucu Uğur
Arslan gözaltına alınır alınmaz adeta zil takıp oynayanlar, hem internetten hem de gazete manşetlerinden 'Karagümrük şimdi yandı' diyerek yürütülmekte olan
soruşturmayı hakikaten bir yangın alanına çevirdi. Güya Arslan'ın "Karagümrük Yanıyor" adlı şiirine atıfta bulunuyorlardı; ancak gözaltına alınma haberinin her satırında bir kin ve intikam kokuyordu.
Benzer yayınları Zahid Akman'a yaptıklarında,
RTÜK döneminden kalma hesapların bu sert dilde payının olduğunu düşünmüştüm. Aynı ölçüsüz üslubu
Kanal 7 yöneticilerinden Mustafa Çelik ve
Zekeriya Karaman için yaptıklarında, medyadaki
rekabet hesaplaşması zannına kapılmıştım. Meğer mesele çok daha derinmiş. Bir
sunucu gözaltına alındığında insan bu kadar
zafer naraları atar mı? Sonuçta
Uğur Arslan serbest bırakıldı. Demek ki Karagümrük yanmamış. Aslında yanan başka bir şey...
Deniz Feneri soruşturmasında korkunç bir gelişme yaşandı. İddialara göre soruşturmayı yürüten savcı devletin bir birimine soruşturma ile ilgili
faks çekerken resmî evrakın bir b
ölümünün üstünü kapatıyor; hatta ilgili birimin konuya dair sorusuna da yanlış
cevap veriyor. Belgede tahrifat yapmak ağır bir suç değil mi? Şayet iddialar doğruysa bu soruşturmayı yürüten savcı korkunç bir şüpheye neden olmuştur. Bakanlık müfettişleri olaya el koymuş; iddia doğruysa hesabı da ağır olmalı. Peki, bu önemli gelişmenin bir kısım medyada haber değeri taşıması gerekmez mi? Deniz Feneri şüphelilerini suçlarken
aslan kesilenler adalet üzerine gölge düşerken de aynı celadetle kükreyebilmeli. Yoksa yandı gazetecilik...
PANORAMA
Albay Dursun Çiçek internet
andıcı belgesinin doğruluğunu
mahkeme huzurunda
itiraf etti. Bazı medya grupları olayı görmezden gelse de bu itiraf çok önemli. Bu arada itirafı yazarken bile "AKP ve Gülen'i bitirme planı"nı aklamaya çalışanlar oldu. Beyler! Bu belge hukuk tarihinde 4 devlet biriminin 7 kez "Islak
imza Çiçek'e aittir." dediği bir belgedir.
Seçimden önce Türk seçmenine hitap eden The
Economist, "
CHP'ye oy verin" telkininde bulunmuştu. Cevabını aldı ve halkın yüzde 50'si AK Parti'ye oy verdi. CHP ise yüzde 25'e takılarak Economist'in talimatına
kurban gitmişti. Uluslararası üne sahip
dergi hafta içinde Ergenekon medyasını geride bırakacak sübjektif yayınlar yaptı. Kamuoyu merak ediyor: Bu derginin şöhreti mi yalan yoksa bu yazıları yazanlar dergiyle alay mı ediyor?
Suriye, Hama'da
katliam gerçekleştiriyor. Tam bir
vahşet! Peki, bu insanlık dramı karşısında
İran'a ne demeli? Mücahit havalarında dünyaya kafa tutuyormuş gibi duran İran, Baasçı katliama neden ses çıkarmıyor? Dahası, Suriyeli mültecilere kapısını açan Türkiye'ye dikleniyor, Suriye'ye el altından
silah gönderiyor. Bu nasıl "İslam cumhuriyeti"?
Afrika'da 60 milyona yakın insan
açlık karşısında ölüm-kalım mücadelesi veriyor. Türkiye'den çok sayıda insanî
yardım kuruluşu bölgede. Medya burada çok sorumlu davranıp, halkı yardımlaşma konusunda
teşvik edebilir. Gazete ve televizyonlar bir yandan yaşanan dramı izleyiciye aktarıp, bir yandan da insanları yardım kuruluşlarına yönlendirebilir.