Yeryüzünde bizden başka yargının her gün tartışıldığı bir
ülke var mı? Bu durumdan herkes bizar; özellikle de hukukçular.
Ancak kusura bakmasınlar, yargıyı siyasi kavganın tam göbeğine yerleştirenler de maalesef bazı yargı mensupları. Öyle bir görüntü veriyorlar ki bu ülkede bazı yargı mensuplarının cuntacılarla dayanışması; hatta suç ortaklığı olduğuna dair kamuoyunun kafasında onlarca soru işareti beliriyor. Başka bir ülkede yüz senede görülmeyen skandallara bu ülkede bir haftada rastlanması meselenin sadece bir
imaj değil; aynı zamanda somut verilere dayanan bazı sıkıntıların olduğuna dair endişeleri artırıyor.
Sadece bu hafta yaşanan ve yargı üzerinden sürdürülen tartışmalara göz atmak kâfidir. Topluma ve
siyasete tuzak kuran bir cunta
eylem planında ıslak
imzası tespit edilen
Albay Dursun Çiçek, yaklaşık yirmi günlük direnişten sonra
sivil yargının huzuruna çıktı. Ve tabii ki tutuklandı. Zira, daha önce de yargı huzuruna çıkarılmış, yine tutuklanmıştı. O zaman belgenin fotokopi olduğu söylenmiş, Albay 18 saat sonra serbest bırakılmıştı. Belgenin orijinali bir ihbar mektubuyla
Ergenekon savcılarına ulaşınca ve üstelik
Adli Tıp bu belgede 'İmza Çiçek'in elinin ürünü' deyince Albay'ın yeniden ifade vermesi şart olmuştu. Beyefendi uzun zaman gelmedi. Belgeleri
imha etmekle suçlanan erler bile uzun zaman gönderilmedi.
Genelkurmay, ihbar mektubunda iddia edilen belgelerin imha edildiği güne dair
kamera kayıtlarını da mahkemeye vermedi. Her neyse... Çiçek bu sefer de 43 saat sonra serbest bırakıldı. Neden? 'Kaçma şüphesi olmadığı için'miş.
italyan savcı uyarmıştı...
Maalesef bu serbest bırakma kararı, '
Yargı ile bazı cuntacılar arasında bağ mı var?' sorusunu; hatta 'Bazı derin yapılar yargı tarafından kollanıyor mu?' şüphesini artırmıştır. Zaten bu nedenle de gazetelerin önemli bir kısmı bu tuhaf karara bir anlam verememiştir. Milliyet'in 'Çiçek Taksi' demesi boşuna değil. Radikal'in 'Uğrayıp çıktı' demesi de. 'Fotokopiden 18 saat yattı, ıslak imzadan 43 saat' başlığı, olayın vicdanlarda bıraktığı bir ize tekabül ediyor. Açıkçası onca delile karşın verilen bu karar
adalete duyulan güveni bir kere daha yerle bir etmiştir.
Kamu vicdanı şu soruyu soracaktır: 'Bir adamın bu kadar somut delile rağmen ısrarla serbest bırakılmasının arkasında ne var?' Bu soruya verilecek muhtemel
cevap(lar) adalet mekanizmasını zir ü zeber edecek vahim çıkarımlara sebep olmaktadır. Ortaya çıkan imaja göre insanlar ya diyecek ki 'Adalet sistemi sivile ayrı, asker kişilere ayrı işletilmekte ve subaylara imtiyazlı davranılmakta'. Veya diyecektir ki: 'Bu Dursun Bey öyle bir
kilit yerde duruyor ki burası çözüldüğünde bütün cunta çalışmaları art arda çözüleceği için buraya özel bir yığınak yapılmakta ve hukukun canına okumakta beis görülmemektedir.'
Dursun Çiçek'i tanımıyoruz ki hadiseye özel bir husumet olarak bakılabilsin. Konu zaten bir şahsın
tutuklu mu serbest mi olması da değil. Konu şu: Toplumun bütün kesimlerine fiilen tuzak kuran bir belgenin orijinalinde ıslak imzası yakalanan ve
Adli Tıp'ın 'imza elinin ürünü' dediği bir belgeye rağmen bir adam nasıl oluyor da bu kadar kollanabiliyor? Yargı bir kez daha ağır yara aldı. Çünkü yine işin içinde son
HSYK kararları var, yine bir
baskı havası seziliyor, yine özel bir iltimas imajı ortaya çıktı...
Hafta içinde komedi filmlerine taş çıkartacak bir yargı tartışması daha yaşandı.
YARSAV isimli bir örgütte hem
başkanlık yapan hem de boş kalan zamanlarında (!)
savcılık görevine devam eden Ömer Faruk
Eminağaoğlu ile hemen her kararı nerdeyse buram buram siyaset kokan
Sincan Hâkimi kafa kafaya vererek TİB'e
baskın yapacak sürece imza attı. Baskının ardından da bazı medya kuruluşlarına özel servisler başladı. Neymiş; yargı yargıyı dinliyormuş. Yeni bir şey değil ki bu! Öteden beri bir yargı mensubundan bir
soruşturma sırasında şüphe duyulursa dinleme yapılır. Kaldı ki Ergenekon
davası ile bazı hâkim ve savcıların ilişkisine dair çok sayıda kayıt çıktı ortaya. Ergenekon zanlılarına 'Bir emrin var mı ağabey?' dendiği tespit edilmedi mi? Bir yazarı sorgularken Vatansever bilmem ne birliği başkanı olan, şimdi de Silivri'de tutuklu bulunan zanlıyı odasına alan ve bu ortaya çıktıktan sonra emekliliğini isteyip noterlik yapmak için kollarını sıvayan savcılar çıkmadı mı bu süreç sırasında? Aynı savcılar, içinde Ergenekon kelimesi geçiyor diye yüzlerce dava açmadı mı gazetelere? Dahası, adam hem savcılık yapıyor hem
dernek başkanlığı. Tamam, bu bile anlaşılır; ama Ergenekon zanlılarının adeta avukatlığını yaparak onlara ifade verirken nasıl davranılacağını anlatıyor. Durum budur! Maalesef bazı yargı mensupları ile bazı derin yapılar arasında fiilî
işbirliği olduğuna dair açık şüpheler vardır. Hal böyleyken 'Vay be yargıyı dinliyorlarmış' demek mi doğru 'Vay be yargı mensuplarından bir kısmı örgütlere
destek veriyormuş' demek mi? Hem dünyadaki tecrübelerle sabit ki derin örgütler ve organizeler yargıdan
yandaş bulunmadıkça ayakta duramaz. Hatırlayın İtalya'da Gladyo'yu çökerten
efsane savcı Felice Casson en büyük engellemeleri yargıdan gördüğünü ifade etmişti. Dolayısıyla somut bir kuşku sebebi varsa soruşturmayı yürütenler, hukuki süreci işletir, yargı yoluyla (yargı mensubu da olsa) dinler; bu illegal bir şey değildir...
telekulak kocakulak derken asıl soru unutturuldu
Kaldı ki TİB, bizzat dinleme yapılan bir yer değil;
jandarma istihbaratın, polis istihbaratın ve Milli İstihbarat'ın dinleme mekanizmasındaki bürokratik kayıtlarının tutulduğu, usule uygun dinleme yapılmasının denetlendiği bir birim. Olsun! Bazılarının umurunda değil; onlara göre 'herkes dinleniyor!' diye yaygara koparılması bütün gerçeklerden daha önemli. Bu mesajı yaymak için kuyruğa girmiş medya mensupları da olduğuna göre çadır tiyatrosu kurmamak için hiçbir sebep yoktu ve nitekim öyle oldu. Bazı medya kuruluşları da (özellikle kendini objektifmiş gibi gösteren ama Ergenekon'un borazanı haline gelen bir haber kanalı) bir yanlış algıya çanak tuttu.
Telekulaktı, kocakulaktı derken asıl soru unutuldu: Niçin bazı yargı mensuplarının dinlenme talebi ortaya çıktı ve hangi somut bulguya binaen dinleme talebine hâkimler '
evet, dinleyebilirsin' cevabını verdi?
Yargının aldığı pozisyon ve verdiği tartışmalı kararlar nedeniyle siyasetin içinde bu kadar müdahil görüntü vermesi (bazı yargı mensuplarının umurunda olmasa bile) büyük yaralar açmakta. Adalete güvenin bu kadar örselendiği ortamda bir de medya sorunu yaşanıyor. Maalesef bazı medya mensupları da cuntacılara açıktan, bazen de dolaylı yollardan, destek vermeye devam ediyor. Hal böyle olunca bu ülkeye demokrasinin tastamam yerleşmesi daha çok uzun süre alacağa benziyor. Bu vahim
manzaraya rağmen hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki
Türkiye, yörüngesine girdiği katılımcı ve çoğulcu demokrasiden geriye dönmeyecek. Dönemez de! Nasıl ki cuntacılık artık çağdışı kalmıştır; cuntalara çanak tutmak da çağın gerisinde kalmıştır...
Daha sakin, daha makul! Çok mu zor?
Demokratik
açılım Meclis'e ilk taşındığında ortaya çıkan manzara gerçekten üzücü hatta yaralayıcıydı. Koca koca adamlar buluğa ermemiş örgütçü gençler gibi Meclis binasında
pankart açıyor, ilk mektep çocukları gibi konuşanları
taciz için sıralara vuruyor, kahvehane ağzıyla sataşmalarda bulunuyordu. Oysa tartışılan konu, Türkiye'nin 30 yılını heba etmiş, binlerce evladımızın kaybına sebep olmuş önemli bir konuydu. Uluorta konuşma yapanlar çıktı.
Dersim örneğine sığınarak insanları incitenler oldu, kürsü işgaline yeltenenler oldu. Hiçbiri de Türkiye'ye, Türkiye'nin Meclis'ine yakışmıyordu.
Neyse ki cuma günkü genel görüşme daha olgun daha aklı başında gerçekleştirildi. Belki bu durumun oluşmasında her kesimden yükselen 'Ayıp oluyor, TBMM'ye yakışmıyor' türündeki eleştirilerin payı vardır. Belki bazı parti yetkilileri özeleştiri yaparak 'Arkadaşlar daha olgun davranalım' diyerek meseleyi
sirk cambazlığından kurtarmıştır. Öyle de olması gerekiyordu.
Demokratik açılım daha çok tartışılmaya devam edecek. Bu kadar hayati bir konunun lafazanlıkla,
ağız dalaşıyla, sataşmalarla, külhanbeyliklerle devam etmesi belki bazı siyasi partilere ya da kişilere geçici bir şöhret sağlayabilir. Ancak ilgili kişiler bu kadar hayati ve kritik bir konuyu devlet adamı ciddiyetiyle götürmek zorunda. İktidar için de muhalefet için de aynı duyarlılık şart. Seçimde birkaç puan artıracağım derken ülke bütünlüğünü bu kadar örselemek, sosyal barışı bu kadar tehdit etmek doğru değil. Ayrıca
halk olgunluğa da puan veriyor; bunu anlamayan, siyaseti de anlamamış demektir...