Suskun
Türkiye'nin
mağdur çocukları artık konuşmak istiyor. Aleviler,
Kürtler, milliyetçiler, muhafazakârlar vs.; topyekûn herkes, şu ana kadar sükutla sineye çektiği konuları açık yüreklilikle gündeme getirmek, kendi haklarını savunmak, daha yaşanılır bir ülkeye kavuşmak için konuşuyor.
Konuşacak da! Yalnız burada iki önemli nokta var: Hak
arama ve haksızlığa
isyan hangi çizgide cereyan edecek ki konu bir yandan anarşizmin çapulcu metotlarına kaymasın; diğer yandan da başka hak taleplerine gölge düşürmesin? Türkiye, işte tam bu noktada duruyor.
Bundan sonra hiç kimsenin suspus olması beklenemez. Doğru olan da budur. İnsanlar vatandaş olmanın kendilerine sağladığı hakları talep edecek,
sistem tarafından uygulanmaya çalışılan her türlü ayrımcılığa karşı çıkacak. Bu, kaçınılmaz bir gelişme; dolayısıyla da korkmaya, ürkmeye gerek yok. İnsan tabiatına uygun olan bu çünkü. Üstelik unutmamak lazım ki; sessiz çoğunluğun demokratik hak talepleri ve hukukî
hesap sorma tavrı demokratik sistemin de teminatıdır.
ŞARTLAR DEİĞİŞTİ, DÜNYA DEĞİŞTİ, TÜRKİYE DEĞİŞTİ
Hiçbir
darbeyi cuntacılar tek başına yapamaz. Demokrasinin rafa kalkması için bazı şartlarının oluşturulması esastır. Aylardır Türkiye'nin gündemini işgal eden '
eylem planları' da bu gerçeği gözler önüne seriyor. Siyasî
iktidar çökertilecek,
toplumun değişik katmanlarında düşmanlık körüklenecek, kaotik eylemler yüzünden insanlar kendilerini güvende hissetmeyecek, 'bir an önce ne olacaksa olsun; yeter ki can güvenliği sağlansın' diyerek askerî vesayeti kabul etmiş olacak... Silahlı güçlerin 'yönetime el koyması' en son hatta en kolay hamledir. Eğer darbe öncesi planlar devreye sokulabilmişse vatandaş canından bezmiş, siyasî otorite sıfırlanmış olur. Ondan sonrası diktatörlük...
Şartlar değişti; çünkü dünya değişti, Türkiye değişti. Bugün artık bir kirli senaryonun tekrar sahneye sürülmesi imkânsız hale geldi. Daha açık söylemem gerekirse bir darbenin yapılabilmesi için şartlar ortadan kalktı. Mesela yaygın medya desteği gerekiyordu. O da yetmez;
iş dünyasının
darbecilere 'buyur' demesi şarttı. O da yetmez; kendine
sivil toplum adını veren ancak perde arkasında
psikolojik harp dairelerinden emir alan bir kitlenin sokağa dökülmesi kaçınılmazdı. O da yetmez; ülkenin güvenliğinden sorumlu bazı kişilerin bir sağdan gözüküp bir soldan çakarak ya da bir
dindar kisvesi altına bürünüp bir dinsiz maskesi takarak toplumdaki ayrılığı-gayrılığı düşmanlığa çevirmesi gerekirdi.
Medya, iş dünyası, sivil olmayan sivil toplum, güvenlikten sorumlu güvensizlik elemanları... Bunlar el ele verince belli bir süre içinde şartlar tesis edilir; askerler de duruma (sanki başka çare kalmamış gibi) el koyardı.
Darbelerin şifresi çözüldü. En başta toplum artık demokrasinin kendi kuralları içinde işletilmesini istiyor. Bu, çok önemli. Bir iktidardan hoşnut değilse onu alaşağı etme hakkı da yine milletin elindedir. Hal böyleyken kimin ne hakkı var ki; emaneten ve görevi gereği elde ettiği imkânları seçilmiş iradeye karşı kullanabilsin? Vatandaşın vergisiyle ayakta duran müesseseler vatandaşın iradesini nasıl olur da
esir alma hakkını kendinde görebilir? Halk (her kesimiyle) bu önemli noktada kenetleniyor artık.
Şu gerçeği de görmek şart: Artık medyanın çok önemli bir bölümü darbe çığırtkanlığı yapmıyor; yapmayacak da! Darbe yanlısı medyanın nasıl hazin bir akıbete maruz kaldığını en son 28 Şubat'ta yaşadık. Andıçlar, lahikalar, yalan dolanlar hâlâ milletin hafızasında yaşıyor. Eski usullerle hâlâ kışlanın borazanı olmak isteyenler artık
halk tarafından ayıplanıyor. İleride daha da ayıplanacaklar. Çünkü dünyada böyle bir çarpık medya mantığı yok. Medya kendi tabiatı gereği özgürlükçü olmaya, demokratik kalmaya mecburdur... İş dünyası eskiden elit ve dar bir zümreden oluşuyordu. Şimdi
sermaye daha büyük bir tabana yayıldı. Darbe şakşakçılığının iş dünyasından beklenmesi dünya ticaretiyle ne kadar entegre olduğumuzu bilmemekten kaynaklanıyor. Artık kimin ne kadar sivil olduğunu kimin de ne kadar güdümlü ve darbeci olduğunu herkes biliyor. 'Ben sivil toplum kuruluşuyum' demekle sivil olunmuyor.
CESUR OLMAK LAZIM!
Vatandaşı birbirine düşürecek eylemler yaparak kaotik ortam oluşturma dönemi de sona ermiştir.
Ergenekon soruşturmasında elde edilen deliller bile bu ülkede oynanan kanlı ve karanlık oyunları yeterince deşifre etmiştir. Bombalamalar, suikastlar, etnik ve mezhep çatışmasına sebep olacak hadiseler, gayrimüslimleri öldürüp dindar insanların üzerine yıkmalar... Bu işi yapanlar, yapmaya yeltenenler, onlara
lojistik ve stratejik
destek verenler yolun sonuna gelince feryad u figan ediyor. Ne yapsalar nafile! Artık maskeler düştü, halk en temel haklarını savunmaya mecbur olduğunu anladı ve demokratik haklarına sahip çıkarak hesap sormaya başladı.
Hak aramak, hukukî bir çerçeve çizmekle başlar. Bu çerçeve hem bireyi sisteme karşı korur hem de devletin emaneten verilen makamlarında yanlış iş yapılmasına mani olur. Cesur olmak lazım! Gölgesinden korkan insanların hak aramaları inandırıcı olamaz. Demokratik cesaret, gerçek manasıyla sivil toplum olmayı gerektirir; yani bağımsız, özgürlükçü. Hukuka saygılı kalmak şartıyla herkesten hesap sorma hakkının milletimizde olduğunu unutmamak gerekiyor. Herkes millet karşısında şeffaf olmak, ona hesap vermek, onun hukukî taleplerine makul yaklaşmak zorunda. Çünkü toplum artık hem haklarını talep etme cesaretine kavuşmuştur hem de hesap sorma yeteneğine. Buradan geriye dönüş imkânsız artık...
Bu nasıl baro?
Ergenekon soruşturmasına sınırsız destek veren (ya da öyle bir görüntü arz eden)
İstanbul Barosu'nu Genç Siviller hafta içinde bir pankartla karşıladı. CHP'lilerle kol kola yürüyen Barocular, pankartı görünce öfkeye kapılmış. Çünkü afişte 'Darbeci Baro, Taksim'e hoş geldin' yazıyordu. Eylemci Baro elemanları az daha Genç Siviller'i
linç edecekti. Aslında Barocular boşuna kızıyor; toplumdaki
algı bundan çok da farklı değil. Ve maalesef bu algının sebebi bizzat bu Baro'nun yöneticileridir.
Mesela bu nasıl bir avukatlar topluluğudur ki; meslek liseleri öğrencilerini mağdur eden
katsayı uygulamasına son verildiğinde kararın bozulması için
Danıştay'a başvurur? İnsanlar arasındaki eşitlik hukukun evrensel ilkesi olmasına rağmen Baro niçin böyle işlere ideolojik ve
yasakçı bir çerçeveden bakar; anlamak mümkün değil. Üstelik bunu
Sabih Kanadoğlu'nun nasihatleri sonrasında yapar. Daha da kötüsü,
Baro Başkanı olacak kişi kalkıp '
Eşitlik, eşit insanlar arasında olur' diyerek büyük bir
insanlık suçu işledi. Sırf bu cümle bile hukukun canına okuyan bir zihniyetin dışa vurumudur...
Sabıka çok ama birkaç tanesini hatırlatmak isterim: Bu nasıl bir Baro ki yasal dinlemelere karşı çıkar da illegal bir yolla başbakanlar dinlendiğinde suspus olur? Bu nasıl Baro ki Ergenekon sanıklarından Hurşit Tolon'a, Levent Ersöz'e, Arif Doğan'a verdiği ilginç destekten dolayı sürekli
eleştiri almaktadır? Bu nasıl Baro ki darbecilerin yargılanmasını istediği için
HSYK tarafından mesleğinden atılan ama
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (
AİHM) tarafından haklı bulunan eski
Savcı Sacit Kayasu'ya avukatlık yaptırtmıyor? Kayasu'nun avukatlık talebine karşı çıkan ve üyelerinin bu konudaki taleplerine
kulak vermeyen Baro yöneticilerinin 12
Eylül darbesine destek veren tavrını meslek örgütüyle
telif etmek mümkün mü? Bu nasıl Baro ki Ergenekon soruşturmasıyla ilgili bir
rapor hazırlatıyor; bu raporu Ergenekon zanlısı Levent Ersöz'ün avukatına yaptırtıyor? Bu nasıl Baro ki Ergenekon örgütünü ve bu örgütün Danıştay saldırısını deşifre eden Osman
Yıldırım adlı zanlıya Ergenekon avukatını göndererek büyük bir skandala
imza atıyor? Bu nasıl Baro ki AİHM'deki başörtüsü davasına devletin yanında müdahil olarak katılmış, yasağın savunucusu olmuştu?
İstanbul Barosu maalesef sivil bir görüntü vermiyor. 'Darbeci Baro' denmesi Baro yönetiminin yürüttüğü politikaların ürünüdür. Algı budur! Çünkü İstanbul Barosu ısrarla
yasakçı ve derin safta yer alıyor; böyle bir hava oluşturuyor.
Stajyer avukatların 'Staj Eğitim Merkezi'ne başörtüsü ile girmesine yasak getiriyor, Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılmasına karşı çıkan paneller düzenliyor, AK Parti'nin anayasa değişikliği için yürüttüğü çalışmalara anlamsız ve ölçüsüz bir şekilde karşı çıkıyor, Ergenekon soruşturmasında olayları çarpıtarak nakleden ve aşırı siyasî tutumundan dolayı kurucusu olduğu YARSAV'a başkan bile seçilemeyen bir savcıyla sürekli dirsek teması kuruyor...
Genç Siviller boşuna tepki vermedi İstanbul Barosu'na. Aslında baro üyelerinin önemli bir yekûnu yapılanları onaylamıyor. Diğer baro yönetimleri İstanbul'daki ideolojik tavrı ayıplıyor. Ve en önemlisi halkın Baro'ya karşı sabrı taşıyor. Avukatların bir araya geldiği bir kuruluşta darbe yanlısı bir görüntünün izahı yok. Bunu İstanbul Barosu bir an önce düzeltmek zorunda. Aksi takdirde her gittikleri alanda Genç Siviller onları bekliyor olacak. Değişen Türkiye, bunu söylüyor...