Etnik
siyasetin tehlikeli ve tuzaklarla dolu olduğunu belirten eski DTP Genel Başkanı şöyle diyor: "Eskiden 'Herkesin devleti varken
Kürtlerin niye olmasın?' diyorduk.
Şimdi bunun kolay olmadığını ve böyle bir durumun birlikte dostça yaşayan iki
halk arasında büyük düşmanlıklar yaratacağını ve bu halkların geleceğini karartacak bir noktaya götüreceğini düşünüyorum."
Türk'ün dikkat çektiği nokta siyasî dengeler değil; sosyal gerçekler. Esas buna kafa yormak gerekiyor. Zira, meseleyi sadece siyaset çerçevesinde düşünürseniz "Ne var canım, adamlar devlet kurmak istiyorsa bırakın kursunlar" tezine teslim olabilirsiniz. Türkiye'deki sosyal
doku, siyaset denklemlerini altüst edecek kadar sağlam esaslara dayanıyor. Bugüne kadar etnik devletler kurulmayışının altında da bu sebepler yatıyor.
En vahim senaryoyu gözlerinizin önüne getirin ve farz edin ki (
Allah muhafaza) etnik bir köken, devlet kurmak istiyor ve bu konuda fiilen mesafeler alınıyor. Böyle bir senaryoya herkes razı edilse bile,
uygulama safhasının nasıl facialara sebep olabileceğini düşünmek gerekiyor. Mesele sadece toprakların paylaşımı değil ki. O bile başlı başına on binlerce insanın ölümüne sebep olabilecek kâbus senaryolarıyla dolu. Zira bu toprakların etnik sınırları yok; halk, asırlar boyunca iç içe yaşamış. Coğrafik sınırlar Kürt'üyle, Arab'ıyla,
Kafkas kökeniyle vs. insanları bir arada yaşatmış. Dolayısıyla "falanın toprakları filanın sınırından başlar, şurada biter" demek mümkün değil ki; birileri bir sabah uyanıp "haydi bölünelim" diyebilsin. O kadar yok ki
Kürtler diye isimlendirilen geniş bir kitle içinde kendini Kürt saymayan zümreler var. Hatta bu nedenle
PKK militanlarına telsizlerde
Kürtçe değil,
Türkçe konuşmaları emrediliyor; çünkü Zazaca, Kırmança ya da Soranice konuşanlar arasında bile dil farklılıkları bulunuyor...
Ahmet Türk'ün meselenin insanî boyutuna dikkat çekmesi "Niçin bir arada yaşamaya mecburuz?" sorusuna bir
cevap arayıştır. Evet, eski Başkan haklı; bölünme süreci dostça yaşayan iki halk arasında düşmanlıklara yol açacaktır. Bu gerçeği görmeden
Kürt sorunu üzerine konuşanların vay haline! Düşünün ki bu ülkede bir bölünme süreci yaşandı ve emperyalist güçlerin planına uygun parçalanmalar oldu; insanlar nerede yaşayacak, büyük güçler mi olacak, bir yerden bir yere gitmek istemeyenler tehcir mi edilecek, yerinde kalmak isteyen ama etnik arka planı bir başka yere ait olan insanlar
aile boyu yaşadığı topraklarda nasıl huzur duyacak?
Soruları çoğalttıkça yüreğimiz daralır. Bir kâbus senaryosudur bu! O kadar ki bu ülkenin herhangi bir mahallesinin başında durup "Yeni bir devlet kuruldu, falan etnik kökenli insanlar filan bölgeye taşınacak" derseniz recmedilirsiniz. Hatta herhangi bir haneye uğrayıp "Ey aile fertleri, etnik kökeninize göre coğrafî bölgeler oluşacak, filan damarı daha
baskın olanlar bundan sonra şu coğrafyada yaşayacak" derseniz insanların nutku tutulur.
Anne Kürt
baba Zaza, anne Kafkas baba
Türkmen, anne Laz baba Gürcü... Nasıl ayırabilirsiniz bu insanların çocuklarını? İmparatorluktan gelen ve asırlar boyu birbiriyle evlenerek kaynaşmış bir milletin evlatlarını hangi ölçüyle böleceksiniz, parçalayacaksınız?!. Aklını siyasetle bozmuş ırkçılar önce sosyal dokuya bakmalı, sonra konuşmalı...
Bu ülkenin her tarafında her etnik yapıdan insan yaşıyor. Onların işi gücü, tezgâhı-dükkanı, ticarî ilişkileri... 19. asırdaki coğrafi parçalanmalar, epik duygularla besleniyordu; sosyal bir gerçekliği de vardı. Bugün durum çok farklı. Bu kadar kaynaşmış toplumların tek gayesi olabilir: Herkesin birinci
sınıf vatandaş olarak yaşayacağı, temel hak ve özgürlüklerin temin edileceği, çoğulcu ve katılımcı demokrasinin her seviyede temsil edileceği bir
sistem içinde huzurla ve kardeşçe yaşamak. Böyle ortak bir ideal varken, kapalı kapılar arkasında yazılmış kâbus senaryolarına teslim olmanın ne mantığı olabilir?