Zor bir dönemden geçiyor
Türkiye. Gerçekten zor bir dönem.
Anti-demokratik uygulamalar ve yapılardan güç alan kesimler o dönemin sona erdiğini gördükçe daha da hırçınlaşıyor. İstiyorlar ki
vesayet rejimi aynıyla devam etsin, hiçbir cuntanın üzerine gidilmesin,
psikolojik harp taktikleriyle kamuoyu oluşturmak sonsuza kadar devam etsin. Bu arzu ve icraatın karşısına kim dikilse onu düşman ilan ediyor, yalan yanlış bilgiler, çarpıtılmış yorumlarla karalama ve yıpratma kampanyaları yapıyorlar...
Şimdi
hedeflerinde 'cemaat' var. Niçin? Çünkü karşılarında
sivil bir direnç, ma'şeri vicdana mal olmuş bir yapı bulunmakta. Kendi yanlışlarını örtbas edebilmek için var gücüyle (üstelik dört bir cepheden) cemaate saldırıyorlar. Bir de kurnazlık yaparak sanki bu 'cemaat' adını verdikleri kitle
baskı altında değilmiş gibi, yalan ve
iftiraya maruz bırakılmamış gibi sessiz kalınmasını,
cevap verilmemesini istiyorlar.
Cemaat düşmanlığı bir kısım medyada Oda TV baskını ile doruk noktaya çıktı. Soner Yalçın'a sahip çıkmak için çırpındılar önce. Olmadı. Altında kaldılar. Bazı arkadaşlık ilişkilerinin altında nasıl bir kara
propaganda yattığını, nasıl bir eşgüdümle çalışma yapıldığını en çok Oda sakinleri ve onların müttefikleri biliyor.
Karanlık oda küskün gazetecileri barıştırma meclisi değil,
Ergenekon'u aklama ve
Ergenekon soruşturmasına
destek verenleri karalama merkeziydi.
Nedim Şener ve
Ahmet Şık, Oda TV baskınında elde edilen
deliller üzerine tutuklandı. Oda misafirleri o bağlantıyı (sebep-sonuç zincirini) hep geri plana itti. Hiçbir medya grubunun yıllardır iş vermediği Ahmet Şık'ı sembolleştirmek istediler. Sembol de sembol olsa bari! En büyük başarısı diye zikredilen '
Nokta Dergisi'nde
darbe günlüklerini o yayınladı' iddiası bile fos çıktı. Nokta Genel Yayın Yönetmeni gerçeği açıklayınca Oda'cılar oturduğu yerden kalkamadı. Bu konuyla ilgili bir yığın soru var gündemde ancak onlar için bunun çok da önemi yok. Varsa yoksa 'cemaat'!
Bunca delil nasıl buharlaşacak?
Ergenekon savcısı
Zekeriya Öz
terfi ettirilerek
davadan alındı.
Bayram ediyorlar. Niçin? Diyelim ki Öz bazı yanlışlar yaptı; eleştirirsin ve bu hataları tek tek sıralarsın, olur biter. Öyle yapmıyorlar. Arzu ediyorlar ki
Ergenekon davası topyekûn akamete uğrasın, dosyalar kapansın. İyi de bunca delil nasıl buharlaşacak? Üstelik dar bir zümre Öz'ün ayrılışına çok sevindi ama adam tarih yazdı, milletin gönlüne taht kurdu. Bu ülkede dokunulmaz sanılan 'derin devlet'in her birimine, kanunsuz işlere bulaştığı iddia edilen her bireyine yargı yolunu açtı,
demokrasi ve hukuk tarihine adını yazdırdı...
Bizim medyanın kadim kanadı Ergenekon'u neden bu kadar sever, destekler, bağrına basar, yüceltir? Bu ülkede darbe tehlikesi hiç mi yaşanmadı? 4 sene önceki e-muhtırayı hiç kimse unutmadı, unutamaz da! Bahsi geçen
örgütün yer altından
silahları çıkmadı mı?
Nisan 2009 tarihli AKP'yi ve Gülen'i bitirme planları deşifre olmadı mı?
Danıştay Saldırısı'nda, Zirve Katliamı'nda,
Hrant Dink Cinayeti'nde adı geçen bir örgüte bu kadar sempati duyulmasını anlamak mümkün mü? Bu soruların cevabı net bir şekilde ortaya çıkarsa iflah olmaz bir inatla sürdürülen 'cemaat' saplantısı ve 'AKP düşmanlığı' gibi müzmin halet-i ruhiye de anlaşılmış olur.
Asıl ironik olan da şu: Silahlı ve tehlikeli bir örgüte duydukları sempatiyi, gecesini gündüzüne katarak çalışan Türkiye sevdalısı insanlardan esirgiyorlar. Dünya çapındaki muazzam hizmetlere kuşkuyla (hatta üzülerek kaydetmek zorundayım ki bazen fitneyle) yaklaşan bazı medya mensupları ve siyasetçiler, silahlı örgüt oldukları apaçık ortada olan yapıları niye bu kadar destekliyor?
Neyse ki
Allah var,
ahiret var! En azından biliyorsunuz ki, bir gün bütün yalan-dolan işler, iftira dolu teşvişler nasıl olsa ortaya çıkacak. Mesele daha öbür âleme varmadan bir başka teselli kaynağımız daha bulunmakta: Ma'şerî vicdan! Belki de oranın hakemliğine müracaat edip, "Her kim bu ülkeyi gerçekten sevmiyorsa; Ya Rab sen onu bertaraf eyle." diye dua etmek lazım. Hazır Dua Vakti gelmişken!..
Birileri de çıkıp 'Deccal'in Ordusu' derse
Günlerdir medyatik hipnozlarla kutsadıkları İmamın Ordusu kitabı nihayet internete düşmüş. Ahmet Şık'ın yakınları bu durumdan şikâyetçiymiş; muhtemel gelir kaybına içerlemiş olmalılar. Her neyse.
Kitap bir sitede yer almış, öbürü 'asıl nüsha bizdedir' demiş falan filan...
Kitap dedikleri dokümana şöyle bir göz attım. Fikrî altyapısı zayıf. Belli ki yazarlar meselenin sosyal gerçekliğinden de bîhaber. O yüzden de meseleye nefretle yaklaşıyor, önyargılarının altında eziliyor. Ama bu durumu çok önemsediklerini sanmıyorum. Kitabın operasyonel maksadı bazı devlet görevlilerini hedef almak ve onları mevkilerinden etmek. Özellikle
Emniyet teşkilatı hedef alınmış. Kitaptaki iddialar 'bir kısım üst düzey
emniyetçiler'e dayandırıldığına göre meslek içi çatışmalar da söz konusu. Hal böyle olunca bazı insanlar yaftalanmış, fişlenmiş.
Kitabın yazarları (
evet çok sayıda meçhul
kalem karışmış işe) bu gerçeğin farkında. O yüzden ismi geçenlerin kendilerini mahkemeye vermelerinden tırsıyorlar. O korkuyu da kitaba (karanlık kişiler tarafından) düştükleri notlarda söylüyorlar.
Kitap neşredildiğine göre fişlenmiş devlet görevlileri dava açma hakkına sahip oldu. Daha önce de birisi Emniyet'te bazı insanları böyle yaftalamıştı da bir sürü dava açılmış, kitapta adı geçenler hukukî yollarla büyük bir mücadele başlatmıştı. Kitabın yazarlarını (görünen görünmeyen yazarlarını) zor günler bekliyor; çünkü somut bilgi ve belgeye dayanmaksızın insanları yaftalayan herkesin yakasına yapışmak sadece
mağdur edilen insanların değil, adalete inanan herkesin görevidir...
Bu konuyla ilgili son notum (en azından şu aşamada) İmamın Ordusu'nu yazan ve o evrak-ı perişâneye fanatikçe sahip çıkan bazı medyatik kişilere: İnsanlara, bazı insanların saygı duyduğu kişilere, bu kadar ağır
suçlama yaparak bu güzelim ülkedeki kamplaşmayı derinleştirdiniz. Korkarım birileri İmamın Ordusu deyip kendinden geçecek şekilde veryansın edince başkaları da kalkar Deccal'in Ordusu deyip Karanlık Oda ittifakını diline dolar. Doğru bir metot mudur bu tür karşılıklı ithamlar?
Hayır. Ancak bu kadar yalan yanlış ve iftirayı çapsız bir kitabın üzerine böyle boca ederseniz, birileri de dayanamayıp aynıyla ya da misliyle size bir şeyler söyler.
Aynıyla ya da misliyle mukabele etmek bizim kültürümüzde yok; lakin yapılan fitne fücur ahir zaman çağrışımlarına da denk gelince bazı insanların cevap sadedinde kükremesine engel olmak hiç de kolay gözükmüyor.
Meslek içi çatışmanın öbür ucu da böyle bir şeyi, misilleme deyip yaparsa 'emniyet' kalır mı ortada? Ayıp ki ne ayıp! Üstelik '
fişleme' olduğu için anayasal bir suç! Hâlbuki bu da doğru bir yol değildir. Ne var ki, bazı insanları en ağır ithamlarla (hiçbir somut belgeye dayanmadan) fişlerseniz mefhum-u
muhalif gereği kendinize yanlış bir
algı oluşturmuş olursunuz. Nazik bir mesele. Keşke herkes nezaket ve nezahete önem verebilse...
Bu kadar hokus pokus yeter
28 Şubat'ın derin manşetleri altında imzası olan ve hâlâ ağır vebalin altından kalkamayan birileri yanlış bir algı oluşturmak için çırpınıp duruyor. Güya Ergenekon soruşturması ile bugün atılan bazı manşetlerin ilişkisi varmış. Bu kadar kuyruklu yalanı ve bir hokus pokusu Mandrake bile düşünememiştir. Çünkü Ergenekon davası asılsız iddialar ve meçhul 'üst düzey yetkililer' vesilesiyle başlamadı; o çerçevede de sürmedi.
Ümraniye'de yakalanan bombalar, Eskişehir'de ele geçirilen silahlarla başlayan süreç, Zir Vadisi'nde, Poyrazköy'de,
Ankara Gölbaşı'nda vs. ele geçirilen silah depolarıyla devam etti.
Balyoz belgelerinin ucu Donanma'nın kalbi sayılan
Gölcük tersanelerindeki 9 çuval belgeye dayandı; davayı perçinledi.
Sarıkız,
Ayışığı, Eldiven gibi
darbe planları ortaya çıktı. Kaos planları, suikast hazırlıkları vesaire, vesaire...
Hal böyleyken Ergenekon davasını yazanlar mı tarih karşısında utanç duyacak, onları örtbas etmek isteyenler mi?
Bu kadar somut bilgi ve belgeye rağmen kulağı üzerine yatıp her şeyi duymazdan gelenlerin, gönül huzuru içinde başını yastığa koyanları anlaması aslında hiç de zor değil; yeter ki önce elini vicdanına koyabilsin...